"Türkiye'de aydın kesim kendisini hep batı üzerinden tanımlamaya çalıştı" dedi çocuk, sigarasından derin bir nefes alıp- bu oturduklarından beri içtiği üçüncü sigaraydı; büyük 70lik bardaktaki birası da bitmeye yüz tutmuştu.
"Solcuyuz dedik Marx okuduk Althusser okuduk; şiirlerimizi bile Neruda'dan seçtik. Neruda kim ya, Neruda kim?" Ses tonundaki bu kesif değişkenlik çevre masaların da dikkatini çekmiş olacak ki, erkeğin sigara dumanıyla birlikte birkaç meraklı bakış da bulut gibi üstlerinde salınmaya başlamıştı. "Neruda'yla Türk insanının meramı anlatılır mı? Onun çilesini nereden bilecek Rosa Luxembourg? Çok yanlış yaptık çok, Kemal Tahir'e, Sabahattin Ali'ye, bu ülkenin değerlerine, ülkemizin değerlerine sırt döndük hep."
Çok ukala demişlerdi arkadaşları erkek için; olsun, kız ilginç bulmuştu. "Üç tane kitap okumuş, gelip bize satmaya çalışıyor. Hayır, neyin kavgasını yapıyosun ki?" demişti Melodi. "Derslerde de böyle; o gün teori dersinde bi laf etmeye kalktı da Altan hoca iyi susturdu." diye övünmüştü Ekim. "Ne buluyosun anlamıyorum ha şu çocukta, elini de sallasan ellisi, Cem yine seni sordu geçen gün."
Gülayla eski yakınlıkları bile kalmamıştı artık; görünüşe göre Batu sevmemiş pek, ne işin var bu entellerle diye çıkışmış Gülaya. Anca haftadan haftaya yarım ağız bir hal hatır sorup, ortak arkadaşlar üzerinden alıyorlardı birbirlerinin haberlerini.
Çocuk bardağının boş olduğunu fark etmiş, garsonu çağırmıştı. "Ama hiç içmemişsin" diye çıkıştı kıza, hakkaten de geldiklerinden beri bir-iki yudum anca alabilmişti kız; "aç karnına çok içmeyeyim ya, eve gidicem zaten" diye bişeyler geveledi.
"Yemedin mi bişey?"
Yememişti; günlük hayhuyunun yapılacaklar listesinin doluluğuna katılmış, okuması gereken makaleleri okuyup derslerine girmişti. Aralarda çocuğun ona "kesin okumasını" üsteleyerek, hatta yazılı bir metine izdüşümü yapılacak olsa, büyük harfler ve altı çizili yazılacak denli ısrar ettiği o kitabı okumuştu. Yine de ilgisi hoşuna gitti; "merak etme iyiyim ben" dedi gülümseyerek.
Çocuk da ona gülümsedi, bir yandan elini tutup. Yakışıklıydı aslında; hem de çok; ama bunun üzerinden güttüğü bir kaygısı olmadığı için paspal olarak adlandırılacak bir tarzı vardı, Gözlerini kısıyordu gülerken, ve upuzun parmakları tutsundu elini hep, kalem tutar gibi, bir kitabın sayfasını çevirir, bir piyano tuşuna basar gibi.
Aralarındaki ışımayı garson bozmuştu. "Evet, ne istemiştiniz hocam?"
"Çok farklıyız diye diye nasıl da ayırdık kendimizi insanlardan, insanımızdan." Garsondan bir 70lik daha rica etti, hocamla başlayan hocamla biten cümleler, kültablasında söndürdüğü sigarası ve uzun parmakları. "Aman Türkçe bir şeyin kenarından köşesinden geçmeyelim; aynı havayı bile solumayalım; ama nerede böyle çok alternatif herkesin anlamayacağı bir ürün var, hemen üzerine atlayalım ki farklılık kompleksimiz doysun."
Kızı ilk kimsenin konuşmadığı, kamera açılarının bilinenden çok daha alternatif yöntemlerle alınarak farklı bir sinemasal ezginin oluşturulduğu filmlerden birine götürmüştü. O gitmişti önceden, amatör olarak sinemayla ilgilenen bir arkadaşı Paris'te bi yerden bulup getirmişti CDsini; bayılacaktı, harika bir örgü, kurumsal sinema sektörüne ince bir satir vardı.
Çok bir şey anlamamıştı kız; hatta çoğu zaman onun nefes alışının momentumuna kaptırmıştı kendisini. Birbirlerine doğru çarpacak olan iki kişiden sevmekte daha hızlı olanı; çarpışmadan sonra daha fazla kütle kaybedecek olandı, onun bir bakışından çıkan ışınlar da ruha paralel uzanıp kalbin merkezinden geçecekti. Suyun kaldırma kuvvetine karşın sevginin kandırma kuvveti vardı.
Bunları ona anlatsa banal olurdu muhtemelen, genelgeçer ün peşinde koşan kağıt orospuluğuyla suçlardı onu. Söylememişti o yüzden hiçbirini.
"Halkı önemsemiyoruz sözde. Hadi lan. Bütün bu palavra, bu kitaplar, bu bi bokun anlaşılmadığı filmler onlara bi şey kanıtlamak için değil mi? BAKIN BANA SİZDEN ÖYLESİNE FARKLIYIM Kİ, BAKIN HADİ BENİ GÖRÜN, FARKLI OLDUĞUMU SÖYLEYİN SİZE BENZEMEDİĞİMİ!"
Bağırtısı beklentisine karşın alkışlarla değil homurtularla karşılanmıştı. Şuradaki beyefendiyi uyarabilirler miydi acaba, hayır böyle nezih bir ortamda olacak şey miydi. İçki işin içine karışınca böyle oluyordu, hem karımız kızımız vardı, nasıl rahat olabilecektik ki. Adam gibi içmeyi bilmek lazımdı, gazetelerde okuyorduk neler neler geliyordu masum insanların başına. Yok öyle demeyindi sivil polisler kol geziyordu buralarda, geçen gün bi arkadaşın başına da az kalsın böyle bişey geliyordu, Sakarya'nın oradaki sarhoş deli kesmiş kızın önünü de simitçi hemen el atmış duruma.
"Canım biraz sakinleş istersen" dedi kız; normal değildi yaptığı, ahlak normlarına göre falan da değil, uymuyordu onun karakterine. Sarhoş muydu acaba? Nasıl götürecekti onu eve- taksiye bindirse, parası yok; öbür türlüsü, evden bekliyorlardı. Zaten babası bilmiyordu, canına okurdu bir öğrense. Komünistlerle, anarşistlerle hayatını harap mı edicen kız? Bilmem ki baba, sanırım. Hem komünist değil ki o, baksana bi birada Marx'a sırt döndü; kendi öz teorisyenimizi yaratmalıymışız, başkasının döktüğü kalıba kendimizi sığdırmakmış en büyük hatamız baba, o öyle dedi. Ben bilmem anlamam, görüşmeyeceksin o itle, başımıza iş getirmeyeceksin. Peki baba, iş getirmem bi daha eve, gün içinde halleder gelirim.
"Gitsek buralardan" dedi çocuk, kızın elini bir kez daha tutarak. "Onlardan neden farklı olmak istiyoruz, neyini beğenmiyoruz onların? Saflar, masumlar onlar; biz böyle bi bok sanıp kendimizi. Üç kitap fazla okudum diye bi şey mi oldum ben, ha? Ne kattım hayata, ne yaptım da kendimi farklı görüyorum? Başkasının yaptıklarından medet ummak anca. O yazmış, o düşünmüş hacım sana noluyor? Ah ben Musil'i okuyorum ama. İyi bok yiyosun! SEN NE YAPTIN SEN?"
Üzerlerindeki bakışların yoğunluğu artmıştı; muhtemelen o görevli çocuğun arka çapraz masada bu kadar oyalanmasının nedeni de yakınmaları dinlemesiydi. Haklılar efendiler, iti kopuğuyla uğraşıyorlar her gün burada. Ne yaparsınız ekmek parası. Böyle yerlerde nimetin ismi zikredilmesin ama hemen. Bira parası, şarap parası. Alkol parası. Kara para. E ne var canım, kara para aklamıyoruz ya, alnımızın teri. Öyle ama herkesi de almayın içeri. Aynı şey bizim bir arkadaşın da başına geldi. Bizim bir diğer arkadaşın da. Bir diğerinin de. Çok arkadaşımız var durduramıyoruz hiç.
"Canım" diye sakinleştirmeye çalıştırdı kız. "İstersen içme daha, sarhoş..."
"Bırak!" çekmişti uzun parmaklarını kızın elinden. "ıyk arabesk dinliyor onlar. Dinlesin işte sana ne. Bu aileye doğmasaydın, ne bileyim, Van'ın Siirt'in bi köyüne doğsaydın hala Bakunin Bakunin diye sayıklayacak mıydın ki? Sırf şans için sana verilen bi şeye neden böyle sarıldın? Ne iş yapıyorsun diye soruyorlar? Öğrenci. Hayatın sonuna dek öğrenci. Hep öğren. Öğretme bile. Bir tane özgür düşüncen olmasın. Başkasının dediğini papağan gibi. Ama sordular mı, yok, Bakunin okuduk biz; otobüslerde daha az para alınsın, sinemalarda arkada, tiyartolarda en önde olsun yerimiz. Bakunin okuduk ya. Ne yazdın peki? Hiçbir şey, yazmam gerekmiyor ki, halktan farklıyım ben. Yeter bu bana."
Duraksadı bir an, sigara paketine uzandı eli ama sarhoş acemiliğinden olsa gerek, düşürdü yere. Eğilmeye bile davranacak denli bilinçsizlikte, sendeledi.
"Tamam alma" dedi kız, "ben sana bakkaldan alırım yenisini."
"Gidelim buralardan, ha?" diye sordu, sesi yumuşamıştı. "Kutup olduk biz. Karşı cephe ana akım; bizimkiler heterodoks. Onlar koyunsa biz de papağan. Ne dedilerse tekrar ettik; el pençe divan durduk önlerinde, ceketimizi ilikledik; başımızı kaldırıp bile bakamadık saygıdan. Anaakıma yeltenme, peki efendim. Şu kitapları oku; diğerlerini okuma, peki efendim. İzleme o filmleri, küçümse, halkın kapasitesi bu işte, bittabii 60%lık oran bir yerde. Bizim dediğimizi yap, dahasına da karışma. Üzümü yeme, bağını sorma; bakın karşıda kimse düşünmezken biz zaman ayırıp size ne yapmanız gerektiğini öğrettik buna minnettar ol. Şimdi RAHAT, HAZIR OL, SAĞ BAŞTAN OKU! Avrupa'da. bir. hayalet. dolaşıyor. bu. gece. en. hüzünlü. şiirlerimi. yazabilirim. sadece. burjuvazi. için. parlayacaksa. güneşi. de. söndürürüz. YETER, TROÇKİ GİBİ KAFA SİKME ARTIK!"
"Üzgünüm beyefendi, çıkmanızı rica etmek zorundayım; müşterilerimiz rahatsız oluyor."
"Ben Jean-Luc Godard kim biliyorum ama, bu da mı bişey ifade etmiyor?"
"Lütfen zorluk çıkarmayın, hadi bugünkü hesabınız da bizden, para falan ödemeyin"
"Spasibo garson yoldaş, Stalin'i bile ağlatır bu sosyalist ülkü uğrundaki gönül genişliğin."
"Tamam haydi artık gidin, bir daha da gelmeyin buraya."
"Biz hep kutup olduk be halkım; koymuyorlar ki papağanlarla koyunları bir arada."
"Yazık meczup herhalde baksanıza cümleleri nasıl da mantıksız ve saçma"
"Ne yaparsınız işte, herkesin kaderi, bizim bir arkadaşın da geldi böyle bir şey başına"
Yürürken bir bacağını diğerinin çaprazına alacak şekilde limiti taksi durağına yakınsayan bir dizi geliştirmişti çocuk, kızsa şu son yolu da geçince bankada kalan son parasını da gececi bir şoföre verecekti o evine kazasız belasız gitsin diye. Hayır, bırakamazdı onu böyle; kendi kendine konuşuyordu hem, tekin değildi buralar. Bilmezdi ki o yolunu sokaklarda, kalem kılıçtan da sadece teoride keskin.
"Haydi canım, geldik bak, biraz daha dayan."
Zorla oturttu onu arka koltuğa; açlığını daha iyi hissediyordu artık; şimdi eve gitse de annesi börek yapmış olsa. Yanına da şöyle demli bi bardak çay
"Hemen Tandoğan Meydanı'ndan Kızılay'a doğru sağdan ikinci sokak." dedi. "Köroğlu Apartmanı." Biraz parayı taksicinin cebine sıkıştırdı, sözde ders kitabı alacaktı onunla; neyse artık diğer aya. "4 numaraya da çıkarabilir misiniz, tek kat zaten? Sızıp kalmasın sokaklarda."
Araba tam hareket edecekken çocuk kapıyı açtı ve kendinden beklenmeyecek denli bilinçli bir hamleyle kızın ellerini tuttu.
"Gidelim buralardan." dedi. "Gidelim. Bi yerlere. Ne Thomas More'un Ütopyasına, ne Platon'un Devlet'ine. Kendi topraklarımıza gidelim. Kimseyi yargılamayalım, kimse bizi sorgulamasın. Ne istiyosak onu yapalım, ha? Sen ne tür müzik dinlemek istiyorsan onu dinlersin; ben mesela Rambo'yu izlerim akşamları. Sonra mesela ayrı yerlerde yatalım eğer onu istiyorsak? Ama bazen de sevişelim." Muzipçe güldü; nefesi kokuyordu ama umursamadı kız. "Neyi istiyosak onu yapalım; başlangıç noktamız ne halk olsun, ne anaakımcılar, ne heteredokslar; biz olalım, bizden başlayalım hayata. Keyfimiz neyi diliyorsa. Sırf onlar dedi diye değil, birine bir şey kanıtlamak için değil; farklı olmak için de değil; biz olmak için sadece. Kendimizle aynı olalım. Gidelim, nolur, bir tek seni istiyorum yanımda. Kitaplarımı yaksınlar, CDlerimi çizsinler, her şeyin canı cehenneme. Bi sen ol, bi de Paşa gönlüm. Paşa Gönlüm geliyor, ASKER, AYAĞA KALK, HİZAYA GEÇ. ESAS DURUŞ!"
Son tiradıyla yana yığılmış, hemen uykuya dalmıştı. Kız bir süre bakakaldı; sonra kapısını kapadı ve sarı arabanın karanlıkta gözden kayboluşunu izledi.
---
"Gülayla Batunun sorunları varmış benden duymuş olma da sen." dedi Ekim, kafeteryada oturuyorlardı. "Batu çok karışıyormuş falan, bunlar bi yemeğe mi ne gideceklermiş de Gülay'ın elbisesi açık diye olay çıkarmış ortalıkta. Yaka paça atmışlar dışarı." Yüz ifadesinden onaylamadığı belli oluyordu; "Hayır, ayrıl diyorum ama tık. Alışkanlıktan mıdır nedir?"
Ekim arkadaşından beklediği tepkiyi alamamıştı; hayır aslında tam olarak dinlememişti bile kız. Çocuk iyi miydi acaba, sabah aramıştı evi ama yanıt veren yoktu. Hem o söyledikleri, doğru muydu gerçekten? Her cümlesi üzerine paragraf dolusu analiz yapabilirdi.
"Hah seninki geliyor yüzünü güldürür şimdi" dedi Ekim, burnunu kıvırarak. "Ukala dümbeleği, fularına bak şunun."
Çocuk birkaç arkadaşına selam verdikten sonra yanlarına oturdu.
"İyi misin nasıl oldun?" diye sordu kız, merakla. "Aradım seni ama..."
"İyiyim iyiyim ya bi şeyim yok." Geçiştiriyordu. "Aç karnına o kadar içince çarptı biraz haliyle."
Ekim ilgisizce kafasını çevirdi, kızın gözleri uzun parmakların altındaki kitaplara kaydı.
"Akşama kampüste harika bir film gösteriyorlar" dedi çocuk. "Ingmar Bergman'ın veliahtı adeta. Yeni Persona diyorlar film için. "
Truffaut Sineması. Postmodern Etkide Biçimlenen İsveç Edebiyatı. Lermontov.
"Sinemalara gelmiş çok önceden; ama bilirsin işte, kim değerini bilecek ki böyle bir şeyin?" dedi küçümser bir edayla.
Kapitalizm'e Modern Zamanlar Başkaldırısı: Laos. Frida Kahlo'nun Bilinmeyen Sırları. Lenin.
"Gidiyoruz değil mi?" diye sordu çocuk, aldığı kitapların tayfununda kaybolan kıza.
"Ha, gidiyoruz, tabi." dedi kız da.
Saturday, September 25, 2010
Wednesday, September 15, 2010
Young Boys Diye Takım Mı Olur Ya Gay Gençlik Dizisi Gibi
Gençlik dizisi dedim de aklıma geldi. İçinde şu olmayan gençlik dizisi var mı?
Aslında egzantrik bir meslek sahibi olmak isteyen (Palentolog, Antropolog kadar olmasa da işte Güzel Sanatlar ekseninde) ama ailesi tarafından Ekonomiye zorlanan kız.
Böyle asıl kahramanımız closeted bir Edith Piafmış, bu yeteneğini Mimar Sinan'da rastalı grafik öğrencileriyle, çok alternatif sinemacılarla Truffaut konuşup, "ya ben hiç türk dizisi izlemem çok banal"i motto haline getirerek (oysa sen bi dizi kahramanısın Selena) açığa çıkarası varmış ama kapitalist ve generation gap'i Mel Gibson'un yeni filmi zanneden anlayışsız anne-baba yüzünden dünyanın en sıkıcı şeyi olan ekonomiye itilmiş.
Hayatımda çok dizi izledim, 90%ı da manasızdı, sonrasında pişman oldum izlediğime ama hepsine bi kulp bulabildim. (ÖSS zamanı izlenen diziler, LGS zamanı izlenen diziler, gurbet acısı çekmekten dolayı izlenen diziler, geyik yapmak için izlenmeye başlanmış ama sonra cidden sardırılarak etrafa itiraf edilememiş diziler, bir procrastination aracı olarak diziler diye gider), bir sürü de klişe gördüm; ama şu yukarıdaki olay örgüsünden tiksindiğim kadar hiçbir şeyden de tiksinmedim hayatımda.
Ya bi kere sen Billie Holliday olsan Norah Jones olsan seni 17 yaşına kadar lise sıralarında çürütmezler kızım. Bi allahın kulu vardır etrafında sendeki yeteneği görecek, ne bileyim müzik öğretmenlerinin tek işi blok flütle Samanyolu çaldırmak veya herkese Muammer Sun'un kitabını aldırıp sonrasında bir sayfa bile açtırmamak değil; olmadı banyoda bi şarkıya mırıldanırken duyulur sesin ve hiçbir anne-baba da çocuklarında Freddie Mercury potansiyeli varken "yok illa ekonomist olacaksın, bize çarpan etkisi üzerinden sakız aldırarak ülkeyi kurtaracaksın" diye üstelemez; demek ki senin kalibren Amy Winehouse'tan çok Ankara'nın Gülü Seher konumunda ki, kimse sana el etmemiş.
İkincisi, ne sevdiniz iktisatı küçümsemeyi be. Ne sevdiniz koskoca ekonomiyi dangalak ergenlerin önüne engel olarak koymayı.
Yılların sosyal bilimi, uğruna savaşların çıktığı, devrimlerin yapıldığı, konjonktürlerin değiştiği (bu cümleyi de sırf konjonktürü cümle içinde kullanmak için tasarladım) ekonomi oldu mu sana bi modern zamanlar gulyabanisi, eve geç gelen ve buz gibi soğukta kaldırımda oturmaktan diyaliz makinesine bağlanmaya ramak kalacak olan emoya "bak ekonomi okuturup görürsün"cü tehdit unsuru?
Sizin o "ıyk çok sıkıcı", "adeta Salvador Dali olan ruhumu harcayamam öyle amfi köşelerinde" dediğiniz iktisatı, işletmesi, mühendisliği, fen bilimi geliştiriyor bu ülkeyi. Allah bilir okulda "inek lan bu" "mühendis abazan" diye dalga geçtiğin Sergei Brunlar, Mark Zuckerbergler adeta paraya para demekten vazgeçmiş hem yumuşak hem hesaplı tuvalet kağıdı formuna erilmiş- sen hala "ıyk özgürlüğümü kısıtlayamam". Kısıtlarsan şerefsizsin.
Zaten ODTÜnün mühendislik bölümleri, Boğaziçi İİSBF kollarını açmış bekliyodu da senin beyanatından sonra kepenk indirip; bu şekilde devam edemeyeceklerini anladıklarından; bilimin her türlüsüne paydos, "bırakıyorum lan atom profesörlüğünü; artık itliği hergeleliği üçkağıtçılığı öğreneceğiz" deyip beyaz önlüklerini yancılarının önüne attılar.
Herkes ne kadar meraklı özgür kuş olmaya. Eline manuel fotoğraf makinasını alan adeta bir Jan Saudek. Herkes Beth Gibbons kadar naif bir seksapeliteye, Björk kadar -aslında kimsenin anlamadığı ama çaktırmadığı- egzantrik bir özgünlüğe sahip. Herkese kendi ilişkisi Jane Birkin-Serge Gainsbourg. Fırsat verilse, herkes bi Lynch, bi Kubrick.
Bütün bunların olmasını engelleyen, insanların artistik özgürleşmesine cunta etkisi yaratan; sanata ve sanatçıya düşman olansa ekonomi.
Hadi be.
Günün birinde şansım olur da bi gençlik dizisi senaryosu yazarsam; fazlaca kaçık bir aileye doğan ve ebeveynlerinin tüm "güzel sanatlar oku" ısrarlarına rağmen namazında niyazında bi mühendis, veya ekonomist, veya "çok bilen ergenler tarafından limitleyici olarak atfedilen hangi bölüm varsa ona mensup olmak isteyen" çocuğun acıklı hikayesini ele alacağım.
Hobi olarak da yapmasın, öyle tiksindim.
hamiş: Yarın. Okul. Refet iptal. Teori gümbür gümbür.
hamiş2: buraya hala bi'şeyler yazmaya çabamsa A'dan dolayı. Kıymetini bil.
Subscribe to:
Posts (Atom)