Sunday, May 29, 2011

Bunu Çok Çok Çok Çok Çok ÇOK ÇOK ÇOK Beğendim




"Which is worse?

‘Oppression’ in the east, or ‘oppression’ in the west?

Would you rather constantly struggle to reach unattainable societal standards of beauty with less and less clothing, or spend your life covered with no visible public identity"


"Hangisi daha kötü?

Doğudaki baskı mı? Yoksa batıdaki mi?

Toplumun ulaşılamaz "güzellik" anlayışına erişmek için giderek daha fazla soyunmayı mı yeğlersiniz yoksa hayatınızı toplumsal kimliğinizi görünmez kılacak şekilde örtünerek yaşamayı mı?"


Not: Resmin kaynağı "shitholeofdumb"dan, alttaki harika yazıyı da "amorpheus" iliştirmiş. Çeviri naçizane bendeniz.

Sunday, May 15, 2011

Komşu Komşuya Veriyor


Azerbaycan adına Yalın ve Ziynet Sali yarıştı.

Türkiye'nin sanal dünyasına en büyük sivil darbelerden birinin yapılmasına ramak kala sanırım benim bu başlığım da sansüre uğrayacak ve bir "porno suçlusu" olarak yerimi tarihin kara sayfalarında alacağım; ama batarken yanıma Eurovision'un en vazgeçilmez karakteri olan Bülend Özveren'i de alacağım kesin. Cinsiyetlerimizin zıtlığı nedeniyle aynı koğuşa atılmayacağımızdan mütevellit kendisiyle gerek Avrupa coğrafyası gerek kıta politikası hakkında hoş sohbetler yapamayız; yine de iki elin kabiliyet listesi tekinkinden çok daha uzun olduğu için meydanlarda Işıl ve Bülend için slogan atılacağına eminim. Ön safhalarda Yüksek Sadakat üyelerini görmek de tek temennim, üstlerinden kuş da geçer böylece.

Eurovision büyük olay. Hayır sadece Türkiye'de değil; Avrupa'nın çok büyük kısmında. Erasmus'a gidip Benetton kataloğu gibi fotolar çektirip altına "OMG Jacques, you were HILARIOUS the other day. Lets meet again sumtime" yorumu ile azıcık utanma arlanma olmadan hunharca Fransızlara yazanlar bilir; Mayıs oldu mu baharla birlikte Eurovision da gelir ve ülkeler arası kaynaşma başlar. Şarkı muhabbetleri, eski deneyimleri hatırlamak, Youtube'dan kara bir propaganda: Jacques'a yazmak ve Eurovision'da her şey mübahtır zira. Birlikte otuurulup izlenen, yorumlar yapılan, oylar atılan bir gecedir bu. Öyle bir tek Türkler gaza gelmez; hatta kendi hatıratımda en objektif "ya o kadar da abartmamak lazım, şarkı kaliteleri normalde dinlediklerimizin bir hayli altında, oylamaların da geçerliliği hala sorgulanası" beyanıyla ortamdaki gazın içine eden en büyük ulus da biziz. Ne kadar önem verildiğini bundan iki yıl önce Patricia Kaas'ın Fransa için (ki en bi güzel Eurovision şarkısıydı ve Jacques-gillere yazmamda büyük bir etken oynamıştı), bu yıl da Blue'nun Birleşik Krallık için yarışmasından anlayabiliriz. Dün Twitter'da tam bir görmemiş burjuva hareketini gözümüze gözümüze sokarak kaldığı otelin bahçesinde Kanye West'in konser verdiğini söyleme hafifliğinde bulunan Alexa Chung'a gelen twitlerin yarısının da "F.ck Kanye, watch Eurovision" tandanslı olduğunu söylememe gerek yok.

Benim daha çok ilgimi cezbeden olay ise şu: Azerbaycan'ın galibiyetiyle sonuçlanan dünkü yarışmadan sonra Twitter'da fazlaca RT edilen "Azerbaycan nerde ki? Öyle bir ülke mi var ki? Onlar Avrupa'da mı ki? Ki ekini ayrı yazarak etrafa ne kadar bilgili ve elit olduğumuzu gösterebiliyoruz mu ki?" mottolu 140 karakterli beyanlardı. Kazakistan'ın Afrika'da olduğunu gururla söyleyenler sadece Facebooktaki "ÇOK GÜLECEKSİNİZ xD" "BEN KOYUYORUM FACEBOOK SİLİYOR!!!!!!!!!!!" başlıklı videoların Oklahoma sakinleri değilmiş meğer. Çok sevgili Avrupamız da bu benden sonra tufan görüşünü kendisine ödev bilmiş, motto bilmiş, hatta koluna dövme yaptırmış. (İlgili YÖzdil yazısını ve KTatlıtuğ fotosunu link olarak ekledim) Kendisini ilgilendirmeyeni silmiş, "ne işim olur ya" diye düşünmüş. Azerbaycan diye bir ülkenin varlığını yeni duymayı, sırf o ülke nispeten daha fakir ve az gelişmiş diye gurur vesilesi saymış.


Yunanistan adına yarışan bu gencimize yeni sezonda yayınlanacak "X'in ölümsüz eserinden" dizisi için teklif götürülmüş.

Tabi Avrupalılar- Jacques'ı tenzih ederim- yaklaşık bir 10 yıl sonra, enerji bağımlılığı had safhaya ulaştığında Azerbaycan'a bu kadar kayıtsız kalabilecekler mi meçhul. 2007daki enerji krizi sonrası Rusya'nın Avrupa piyasalarındaki doğalgaz ve petrol monopolünü azaltmak için çalınan ilk kapının yine Azerbaycan olduğunu belirtmekte fayda var. Enerji ihracı yapan ülkelerin basamak basamak oluk oluk çağ atladığı dönemlerde sadece bir 10 yıllık süre içinde kimin kimi "bilmemeyi" gurur sayacağı çok da tahmin edilebilir değil.
Ayrıca dünyadaki ülkeleri "bilmemeyi" bir gurur saymak fazlaca cahilce geliyor bana; yani dünyanın olanağıyla donatılmış, gelişmemiş ülkelerdeki yaşıtları "günü kazasız belasız tamamlama" üzerine bir hedef seçmişken, türlü teknolojik aygıta paye biçen, tüketim sepetini maksimize eden (yazar burada ekonomi okuduğundan bahsediyor), en iyi eğitim imkanlarına sahip olan insanların Azerbaycan'ı bilmemesi garipten öte ürkütücü.

Bir diğeri de "Avrupa neresidir?" mantığı, zira Azerbaycan'ın Avrupa'da olmadığı için Eurovizyon'da da olmaması gerektiğine inananlar var.
Eğer coğrafi bir Avrupa tanımından bahsediyorsak, Azerbaycan'ın yanına İsrail, Ermenistan, Gürcistan, hatta ve hatta Malta, Kıbrıs Rum Kesimi, Rusya ve Türkiye'yi de koyup onları bu elit kıtanın pek müstesna müsabakasından uzaklaştırmalı. Yok eğer bir Avrupa Birliği üyeliği süreci ise sorun: bu listeye bir kısım post-Sovyet ülkelerini de eklemek şart (Beyaz Rusya, Litvanya, Moldovya, Arnavutluk vs) Yok eğer Greco-Roman, Judeo-Christian denilen, kültüren köklerini Roma ve Yunan kültüründen alan ve dini bazda Hıristiyanlık ve Yahudilikte birleşen bir Avrupa'dan bahsediyorsak- ki sanırım genel kanı bu yönde- hah o zaman defedilesi iki ülke kalıyor: Türkiye ve Azerbaycan. O zaman da 25 yıldır bizim Eurovision'da ne işimiz vardı, neden rezil olduk diye Ajda Pekkan'ı olsun, MFÖsü olsun hatta YÜKSEK SADAKAT'i olsun bir tepki gelmez mi güzide sanatçılarımızdan?

Herneyse ben bu girdiyi ödev yapmamak için kaleme aldığımdan (ki bunun öncesi 3 saatlik bir Eurovision izlemesi) artık yazmayı kesmenin farz olduğu bir saatte; Azerbaycan'ı tebrik ederek ama en güzel parçanın da İtalya'nınki olduğunu bilerek bitireyim.
Ayrıca Fransız ve Yunan yarışmacılara da buradan sevgilerimi yolluyorum Ankara'da her daim bir kapınız var bilin gençler.


Fransa adına yarışan Amaury Vassili (Jacques) de artık ekmeğini Londra Indie sahnesinden kazanacağını açıklayarak ekledi: "Eurovizyon'un önemi de kalmadı, zaten komşu komşuya veriyor"

Tuesday, May 3, 2011

How Come Everytime You Come Around My London Bridge Wanna Go Down- or a Tribute to N


Yine nostalji. 2010 Temmuz.

N kısa bir süreliğine Ankara'ya gelmiş; ama ben o sıralar invelit olduğumdan sosyal hayatını başkalarıyla (N'in ben dışındaki tüm arkadaşları: BAŞKALARI) doldurmuş; benim de görüşmelerim asistanımsılığım falan derken anca buluşabildik.

Kendisiyle ilginç bi ilişkimiz var, yaklaşık 2 yıldır tanışıyoruz ama toplasan maksimum 2 kere görüşmüşüzdür- bi tanıştığımız yerde -o da Metallica konseriydi- bi de ben kolumu kırınca en yakın mecra olarak onu aramıştım o da Lufthansa mı KLM mi artık herhangi bir über-pahalı uçak şirketinin Amsterdam seferine atlayıp gelmişti; bi de verdiği meblağdan sadece basit bir ulaşım hizmetinden fazlasını beklediğinden olsa gerek 2-3 saat bana hosteslerin menopoz görünümlerinden ve Deborah Cingılbörtlüklerinden bahsetmişti ben orada can çekişirken. (Yani tamam can çekişmiyordum da hoş bi durumda da değildim)
N aslında İstanbullu ama tüm dünyaya entegre olmuş bir globalizasyon insanı; kâh Strasbourg'dan bana Güdüllü Osman linki atar, kâh California banliyölerindeki barbekü partilerinde çekilmiş resimlerini gönderir, kâh arkadaşlarıyla Alplere kaymaya gider (tamam burası yalan ama yapsa yadırgamam). Tabi elinde böyle imkanlar bulununca da Ankara'ya gelip hadi Sincan Harikalar Diyarı'nda unutamayacağımız bi gün geçirelim demesini beklemediğimden ilişkimiz Skype ve msn bütünlüğünde devam etti.

Ama işte nedense tesadüfler bir araya gelmiş, planlar yapılmış, biletler alınmış; N de kendisini sıkıcı olarak pazarlanan ama -bence- kendi içinde süp eğlenceler bulunduran başkentinde bulmuş. Biz de benim bu mottomu kara çıkarmayacak derecede güldük, eğlendik, N'in özlemlerini giderdik (Mantı, Şalgam, Börek ve bir adet Ozan Doğulu albümü) (ki o böreği elceğizlerimle açtığım da tarihe altın harflerle yazılsın) (albümü ben almadım ama)

Hayal falan da kurduk; işte ben Londra'ya yerleşeceğim, N Strasbourg'da okuyor zaten, böyle her dandirik gavur bayramında birbirimizi ziyaretlere boğacağız. Sonra o mezun olacak, atlayacak bir underground metroya varacak Londra'ya (tabi bunun için benim sadece orada master değil ,doktorayı da bitirip bi işe falan başlamam lazım, öyle güvensiz N'in eğitim hayatı) böyle stüdyomuzda mutlu mesut yaşayacağız. (dekorasyon planını restorandaki peçeteye çizmemize de 10 puan verilsin). Cuma akşamları Camden'dan başka adresimiz olmayacak, Regent's da yürüyüşler, BAFTA ödülleri kırmızı halı törenlerine 3 gün önceden kamp kurmacılık; öyle hayaller. Piccadilly'de beş çayı bile içtik artık ne kadar uçtuysak. En son ben Alex Turner'la evlenirken N de Kate Moss ve Daisy Lowe arasında kalmıştı garibim, dedik çok gittik yavaşlamak candır.

Sonra böyle yolda bi arkadaşa rastladım, bu yıl mezun oldu, Amerika'ya falan master-doktora başvurdu, dersleri de baya iyiydi- hiç kabul alamamış, o yüzden ODTÜde devam edecekmiş akademik yaşantısına.
Ben bi çöktüm orada Alex Turner gelse güldüremez. (en azından ilk 1 dakika için, sonra güldürür, güldürmekten fazlasını bile yapar)
Böyle Nle işte sözde görüşemediğimiz yılların (evet yıl) acısını çıkaracaktık ama yok; ben bi anda Kuğulu Park'ın ortasında ağlamaya başladım, N de yazık babam gibi, "hadi gel bak waffle yiyelim Mado'da, yanında da sıcak çikolata alayım mı sana" falan diyo ben sümkürsalak kıvranıyorum. Gelen geçen de bize bakıyo anlam veremiyolar, elin 5 yaşında bebeleri önümden "biz bile artık hayatın getirdiği sıkıntılara zırlamıyoruz sana noluyo" diye gurur yapıyolar ben iyice çöküyorum. N kesin içinden "onca yol katet gel, bi pmsli kızı avutmak için" diye küfür etmiştir.

N'de dünyanın en kötü teselli vericisi, yani babam- ki bu konulardaki epic failure'u nam salmıştır- yanında geceleri Saba Tümer'e çıkan Kuantumcu kadınlar gibi kalır.

O değil de fB Kuantumculara deli gibi inanmaya başlamış, o gün eş zamanlı olarak House izliyoduk TNTde (viral marketingin dibine vurmak) aradı diyo ki çok kuantum yapsam (bkz. kuantum yapmak) Chase'len evlenir miyim?
Hemen uzmanlığımı konuşturdum, "bak fBcim" dedim, bi de böyle psikolog anlayışı toleransı sesi kullandım "zodyak 12.evreye girmiş, sen neyden bahsediyosun?" Öyle demedim de, şunu dedim:
1.Robert Chase için kuantum yapamazsın; çünkü öyle biri yok. Kuantum olmayan bir şeyi var edemez; sadece olanı sana getirir -oha yıllarımı bu gaye uğrunda harcasam şu cümleyi kuramam- o yüzden ancak Jesse Spencer için yapabilirsin bunu.
Jesse Spencer da merak edenler için şu: (bak googlelamayın diye nasıl bin dereden su getirmece bende)
http://www.buddytv.com/articles/House/Images/jesse-spencer-1.jpg
Burada da böyle kırılgan hassas ama aynı zamanda başarılı doktor imajı verilmiş en sevdiğimden.
(ps: fB burayı okuyo ama dayanamıcam kendim için yapıyorum ya Jesse Spencer'ı, Aussie gördüm mü harcarım BUNU HERKES BİLİR)
2.Ben onu Johnny Depp için yaptım olmuyo kes sen işine bak.
Dedim yani bunları gecenin köründe mundar ettim fByi. İnanmayın arkadaşım böyle şeylere.

Her neyse, nerede kalmıştık.
Hah, bak muhabbet şöyle:
N: Ya bak sen gidemezsen kimse gidemez.
I: Ya bana ne başkalarından gitsinler gitmesinler, ben gitmek istiyorum sorun o.
N: Tamam gidersin işte.
I: Ama bak kimse gidememiş.
N: Hani başkalarını takmıyodun
I: Üf sen benim yanımda mısın karşımda mı, onu bileyim ona göre laf söylicem sana.
N: Kızım, gidersin, bak sen gidemezsen kimse gidemez.

Böyle loop içinde dönüyoruz. Artık bi süre sonra sosyal çevremin akademik hayatlarına vatandaşı oldukları ülkede devam etmelerinin nedenini N olarak görmeye başlamışım ki delicesine bağırdım parkın ortasında, kuğular ürktü yeminle.
Böyle bi yandan ağlıyorum bi yandan N'ye bağırıyorum; o da garibim boynunu büktü duruyo öyle. Biri bana haksız nedenle bağırsa var ya, hayata geldiğine pişman ederim, annesiyle babasının prezervatif alım gücünü artırırım; ama yazık o öylece durdu.
Bi teyze geldi "hanım kızım yakışıyo mu sana böyle bağırmak, bak arkadaşın da üzülüyo" dedi ben orada reel hayata geri döndüm; anladım hatamı yalvar oldum yakar oldum N'ye sonra da kendimi affetirmek için sıcak çikolata ısmarladım

Sonra baktım ki "thou shalt taste thy own medicine" tarzında benim her zaman üşenmeden kullandığım "mağduriyet kartını" kullanmış N; o da şudur ki en ufak bi ses yükseltici münakaşada -ama geyikten olmayan- hemen mağdur pozisyonuna yatmak. Böyle içinden "iki nanogramlık beyninle bana atar mı yapıyosun aptal" "kimsin ki sen" "of Arcticler Türkiye'de de konser verse ya nolur versin noolur noolur" diye cümleler geçerken dışımdan böyle dudak büzmece, ufuklara bakmaca, söyleyecek bişey varmış gibi yapmaca ama söylememece falan. Buğulu Gözler 5.
Bunu da buraya ifşa etmem can oldu.

Yani biz N'le öyle bi kavga etmedik hiç allahtan (2 kere görüşülen mecralarda ne kavgası- msndeki atışmalar da genelde "bak kırılıyorum amaa :(((" modu); ama kesin öyle yaptı, çünkü sıcak çikolatayı görünce çocukta ne gam kaldı ne keder; ben ona iki dakika önce ağzıma geleni söylemişim, Kuğulu Park'ın CHP Kadın Kolları gibi salınan konkenci teyzelerine rezil etmişim bünyesini; umru bile olmadı şakalar espriler hayaller gırla gitti.

Tamam sonrasında ben de mutlu oldum eski halime geri döndüm ama yine de içimde sıkıntılar mevcut.
Of Britanya, al beni kollarına, söz ölümcül düzenli çalışıcam aksatmıcam hiçbi şey, oraya kapağı atınca sanki hırs yapmamış gibi "ya aslında burada da bişe yok bak Turkey Rulaz" diye ikiyüzlü beyanlar da vermicem, beyin göçüyorum ya size daha ne istiyosunuz, benim gibisini nerede bulacaksınız, ya bütün dünya benim gibilerle dolu, kulunuz köleniz olurum of lütfen aç kapıyı.
Kuantum mu yapsam?
Jesse Spencer'lı Londra günleri. Dadından yinmez.
Tamam Jesse Spencer olmasa da olur; ama Londra? please?

ps: Londra'da 3 okula başvurdum, 2sinden kabul aldım. Gidebilecek miyim kesin değil.