Thursday, March 25, 2010

Happy Yerine Euphoric

Mart'ın son demlerine yaklaşılan oysa mevzubahis vize-final tarihleri olunca "bitiş" kelimesinin çok yakın cümlelerde kullanılmadığı şu zamanlarda ders çalışamamanın vicdanı kemirip bitiriyor içimi ki boğazımın buruk acısını ve sesimin Işıllıktan çıkıp "Ulus'un gülü Pervin" tandansı yakalamasını buna bağlamamda beis yok.

Yine de fütursuzca ve gayet de isteklice koşuşturuyorum 76nın önüne elimde ayranımla ki biliyorum gelecek haftaya vahşeti yeniden tanımlayan bir midterm olacağım çok da ilgilenmediğim bir political science dersinden. Akşam avrotrip olarak adlandırılan ve her Türk gencinin yaz tatili rüyalarını süsleyen interrail-karıkız-avrupa-karıkız-karıkız-karıaaaagrh (çok pis genellerim acımadan) konusunu kendisine senaryo edinmiş filmlere bile gidesim var ki iş Mübeccel Kıray'a gelince göz devirip "uykum var boğazım ağrıyo babam çağırdı eve param yok mıh" bahanelerimden aklıma gelen kombinasyonları sıralıyorum.

Buna Bahar Bayramı mı deniyordu (Nevruz, veya Newroz, veya işçilerin 10 yıllık uykudan sonra bir anda galeyana gelerek 'hötönk! bizim de canımız var, biz de hakkımızın emeğimizin karşılığını isteriz' dedikleri Bahar grevleri 1989) yoksa Mart'ın getirdiği o kuşlar-böcekler-gökkuşağının üzerinden kayarak gelen midilli sürüsü-olgusu (ki evet bende fazlasıyla mevcut şimdi inkara yer yok şu kalbimden arındırdığım üç dört uzun cümleyi aktardığım bu sanal ve gurursuz ortamda) mu?

Ama hani cidden eğer ufukta Camden Street görmek istiyorsam ve yoğun bir ders silsilesinden sonra "neyse en azından Placebo live act var, Brian Molko var, Running Up That Hill olmadı Bitter End var" deyip "ale"imden bir yudumla rahatlama durumunun sadece bir hayal ürünü olması beni derinden yaralayacaksa, ders çalışılmalı.
Neyse ben önce bi 76nın önüne çimlere gideyim de, 1 saat sonra başlarım.

Friday, March 19, 2010

Kalbin Kadar Temiz Bu Webpage

Artık öyle bir pozisyondayım ki en ufak kümülüs bulutundan gribal enfeksiyon kapıp yatak döşek yatası bir bağışıklık sistemi mi geliştirdim kendimce yoksa hakkaten arkadaş oramında bir heyula mı geziniyor sorun adı altında, bunun ayrımını yapamıyorum.

Hani böyle cidden aramızın buz kütlesini de geçerek Rejkjavikli balıkçılar tandansında soğuduğu insanlar var ve ben hakkaten artık çok da takılmak istemediklerim ve anlamsız kadınsal hormonsal egosal ışılsal alınganlık testlerimi üzerlerinde hunharca denediklerim listelerimi nedense aynı kağıda geçirdiğim için, o maddelerden hangisi yenilenecek, silgi kullanılacak, hangisi kalıcı, hangisi bi güzel söze, geçirilen 2 saatlik vakte tav olup üstü karalanacak bilemiyorum.

Ama birisi var mesela, adını vermekten neden böyle kaçındığım konusunu ben de kendime sormadım değil; ama cevap alamadım- zaten hani o anlayacak bir çırpıda kim olduğunu ki burayı da okuyan bi bünye- böyle nasıl can nasıl can, nasıl "ben bu listeye girmem arkadaş, istesem giremem, öyle üstün karakterliyim" insanı.Hani nasıl anlatsam, böyle "Tent in Your Pants" diye bi şarkı gönderdi bana, sonra da "River Man" dinleyebildi- adeta komplekssizliğin tanımını yaptı bana orada bi de eğlenmeye bakınız gönderdi. Sonra Kore dizimi yadırgamadı, "Ben zaten Saraydaki Mücevher'i izlemiştim, alışkınım" dedi, Kore-pop linki bile attı. Brandon Boyd'a birlikte küfrettik bu kadar insanüstü olduğu ve elini attığı her işi Bilkent hocasına bile A+ verdirecek denli süp yaptığı için falan falan.Ki ezelden beridir yazdığımız yazıları toplasan buradan Sheffield'a yol olur- ki o yazılarda da çok vahim hatalar olmadı diyemem, üstelik dilbilgisi hatası değil, bildiğin mantık hatası; ama biz yine de geçmişe sünger çekip bir şey olmamışçasına devam edebildik- ki bence Boys Over Flowers sürecine kısmetse onu da soktuktan sonra Sheffield-Brooklyn arası rotayı da çıkarırız gibime geliyor.

Üstelik bir sıkıntım olduğunda da söylerim ben ona. Ki normalde söylemem ben pek etrafa. Nedenini kısmen biliyorum aslında ama buraya yazmak herhangi bir yarar teşkil etmeyeceğinden "salla gitsin" mottosu uygulayasım var. Ama ona anlatıyorum, çok sık değil belki ama anlatırım, o da dinler falan. Yarım kulak, çeyrek dikkat oranıyla da dinlemez; adamakıllı, harbici, böyle dakikası 1 trilyona çalışan psikiyatrist edasıyla dinler. Ve "senin derdin önemli değil pek -çünkü evet, genelde çok da önemli olmuyor- gelelim benim dertler derya olmuşuma" deme egosuna da sahip değil.

Seviyorum ya, hani akrostiş bile yazarım alta o denli kuş böcek. Öylesine uzak ki benim karman çorman insan listeme; bu, dünyanın Johnny Depp yaradılışından sonra gördüğü en süp gerçeklerden biri olabilir. (Alexciğim, saçını kes gel öyle konuşalım). 10 yıldır falan bi şekilde tutunup gidiyoruz, farklı liselerdeydik, farklı ünilere kapak attık, ben gittim geldim, o gidip gelesi; böyle bi şekilde yine iletişim kopmadı- ki hani ortaokulda Nick Carter'ı deliler gibi yakışıklı bulan, "olm Backstreet Boys Nsync'ten katkat iyidir tağam mı??" diye etrafa atarlanan bi varlıktan arkadaş seçimlerinin bu denli kalıcı olmasını beklemek Pollyannacılık değilse nedir?

Bu entriyi de aslında önceden çiziktirdimdi; ama sonra dedim Işıl iyice dışkısal maddeler formasyonundasın, burası da en nihayetinde sanal ve genel bir ortam, cıvıkyapmacıkhormonal girdilere gerenk yok; ama sonra içgüdüm seslendi. Hep atar hep ayar hep gerilimsin oysa hayatında süp insanlar da var onlara ingilizcede cherish denilen faktörü neden uygulamıyorsun diye sordu. Ben de he ya haklısın vallah dedim, arkaya da Sakin açtım. -Sakin konusu da başka konu. Can konu. Laleler fazla beyaz şu aralar.-

Öyle işte; kimi insanlara tahammülüm yok, bi tanesiyle bi şekilde geçirdiğimiz 10 yıl bile fazla az.
Ezgi cansın ya, bi ara kafanı kaldır da BOF'tan yazı yazalım. Benim ismim Michelle, seninkisi Kat.

Monday, March 8, 2010

Sınav Var Yine

DP Hükümeti itinayla ve ısrarla NATO'ya girmek için çabalıyor şu aralarda; İskandinav ülkeleri beğenmemiş bizi (bi de Yunanistan'ı ki birbirine siyam rüyası olan bu nasyonları -ayh çok mu entelektüelim ne- global diplomasi dünyasında amansızca çarpıştırmak niye?); onlar ne Atlantik ne Demokratik demişler de Ednancığım durur mu (not Ziyagil but Menderes) Kore'ye basmış askeri, basmış askeri.
Görüşmelerde nanik çekmiş arkadan, hareket falan yapmış delegelere; "aman abi ilk günden hırgür çıkmasın, zaten doğudaki posbıyık adeta canımıza ot tıkamakta, iç mihraklarla da uğraşırsak halimiz nicedir" demişler de zor durdurmuşlar sarı sarı Johannları, Juhanileri, Sirpaları, Jussileri- ki bunlar da tek bildiğim Finli adı-

Biraz sonra da Ednancığım kendini sol yumruğun azılı düşmanı ilan edip, can-ı-gönül ülkemizde komünist avına girişecek (Hasan Basri Alp? O İnönü dönemi mi acep-ve tabi Şefik Hüsnü Değmer- ve bunları bana içki bile değil direk yemek masasında, kreş yolunda, ilkokul önlüğümü giyemediğimde anlatan babam); CENTO mento bi yerlere üye olacak, Balkanic Pact diyecek, Bağdat falan gezecek; ben de yaklaşık 7 saat sonra bunlardan sınav olacağım.

Gidip çalışayım bari.
Ki buradan alnımın tam ortasında dikelmeyi kendine görev edinen sivilcemin aynadaki ışıltılı pozuna dayanarak; keşke kendi alnımı, dudaklarımın orta kıvrımı tam o sivilcenin üstüne gelecek şekilde öpüp, "maralımsın, helalımsın" (helalimsin değil, helalımsın) diyebilsem güdüsünün de doğmadığını söylemek saçma olur.

Yeter söz milletin!

Sunday, March 7, 2010

Lollapa-Loser

Daha demin 1.5 yıldır tanıdığım ama yüzyüze görüşmek tanımını ancak Skype'la yapabildiğimiz bi arkadaşıma; "Ya aslında kilo versem aynı Marion Cotillard olurum ha" dememle birlikte; her ne kadar bloga yazasım olsa da, bu mantıkla kuracağım cümlelerin, az sayıdaki okuyucu-arkadaşlarımı benden sonsuza kadar uzaklaştırabileceğini düşünüp yatmam gerektiğini anlamam bir oldu.

Sonra da gelip bunu yazdım.
Noyan da Brad Pitt olacakmış, yandan andırıyormuş hafif. Tabi sadece Skype cam'inden bakınca.