Sunday, February 28, 2010

Bihterle Behlül Seks Yapmasın Artık Pls T$k Kib Bye

Her yazardan minimal bir Şolohov olmasını bekleyen ve bu yüzden Ece Temelkuran'ın Muz Sesleri'ni öyle pek de artistik bulmayan anneme önerebildiğim nadir Turkish author Murathan Mungan kitabını muhtemelen boş bulduğum her saniyede açıp okuduğum yerlerden birinde kaybetmenin hüznünü iliklerime kadar yaşayıp, hayat çizgimi uzun bir süre bu dramatizasyon çemberine çap yapabilirdim; ama yaşadıklarımdan öğrendiğim nadide mottolardan biri de şu "eğer durum vahimse, listede senden önce gelene odaklan"

Mesela bir bayan var, ismi lüzumsuz, Türk aile yapısının artık Muhafazakarlık Kulübü haftalık toplantılarını Aşk-ı Memnu dizisi yüzünden aksatmasından feci derecede rahatsızmış. Gruba yazacak olmuş bi kaç kere, herkes bahane uydurmuş, "sınavım var gelemem", "annemlerle atıştık eve geç gitmesem iyi olur" demişler; ama tabi muhafazakar aile yapısının en önemli karakteristik özelliği olan klişe yalanları en kısa sürede tanıma, tanıtma yasasından mütevellit bizim bayan yutmamış bunları.
12.30a çekmiş toplantıları ama bu sefer de "yemek yiyemiyoruz," "hoca lab koydu" "öğleye gittim gelicem" postları gelince iyice hüzünlere gark olmuş, "napcaz netcez" diyormuş kendisi arkadaş ortamlarında"bihterle behlülün o akışkan, o doğal, o nice üzgün kaslıyı haset haset çatlatacak cinsel hayatı sizin hoşunuza gidiyor mu?"

erkekler öksüre öksüre başka taraflara bakmışlar, kızlar da "ya olur mu muhafazakar türk aile örf adet bikbikbikbik" demişler içten içte 67.bölüm sonunun nasıl bağlanacağını düşünerek; ama bayan yeterli görmemiş bu çay sohbetlerini -zira bira içmek de en nihayetinde, örflü adetli pek ataerkil aile yapımıza uymadığından, aile çay bahçelerinde buluşulup nüktedan nüktedan vakitler geçirmeye pek meyilliymiş bizim bayan- öyle çıkmış ortalara, konuşmuş etmiş, yakınmış üzülmüş.

İşte bu bayanı düşünmek, bir nebze de olsa, benim içimdeki o sıkıntıyı sünger gibi emmedi desem Carlo Collodi'nin eserlerinin ilham perisi olma olasılığıma dair bir argüman daha gelişir; zira bu galeyan haddi benim en dramatik kavgalarımda bile bulunmayan bir radikallikte.

Bihterle Behlülün -ki bu iki karakterin nüfus kütüğünde hala doğum yeri boşluğunda Halid Ziya imajinasyonu yazdığını düşünmemden dolayı bir sempatim var- aktif cinsel hayatlarını kendisine bu denli dert edinebilmiş, "muhafazakar aile yapımızın" korkmaz bekçisi, tapınak şovalyesi, Excalibur kılıcı Aileden Sorumlu Devlet Bakanımıza ne içimden gelen "rahat mı battı" sorusu, ne Noyan'ın dediği gibi "bu o tiple seks yapamıyodur zaten, başkalarınınki içini acıtıyodur" psikanalizi yapmaya gerek yok.
Konuyu Esra Erol'la İzdivaç'ta hunharca eleştirilmiş lezbiyen kızcağızla da bağdaştırıp "TÜRKİYE MALEZYA MI OLUYOR?" minvalli açıkoturum temasına getirmek de pek mantıksız.
O yüzden sanırım sadece susup, annemin beğenmediği kitapları bir de kendi beğeni süzgecimden geçirmeye çalışacağım.

Ama sabah zorla başına oturttuğum televizyonda 21 Grams'i izlemeye çalışıp, Sean Penn'in ilk sevgilisiyle ön seviştiği zaman "oh be adamakıllı izlenecek bi şey çıktı" deyip kendi kendine gülen babama buradan beni o kadının anahtarına sahip olduğunu düşündüğü odada büyütmediği, yakınından bile geçmeme izin vermediği için buram buram, efil efil, ve hatta ışıl ışıl sevgilerimi, saygılarımı sunmasam da olmaz.
Cansın baba. Öpüyorum seni, her ne kadar bu blogu bilmiyor olsan da.

Tuesday, February 23, 2010

ArtistikEgzantrikManuelFotoğrafObjektifliFotomDaVarKızılSaçlılığı

Durumun özü şu: uyuyamıyorum.
En ufak bir gerginliği had safhalara taşıyorum, sonra da gelsin taskbar sağında 02.21 rakamları ki yarın 9.40 dersim de yok değil. (hemi de Hakan Berument ki kendisi
1.dikte ettirmenin alasını yaşayıp yaşatmasıyla
2.ders anlatırken araya kattığı anekdotların ilginç olduğunu sanmasıyla
3.takmıyorumcu havaların kendisine cool bir pozisyon yarattığını düşünmesi ve fena halde yanılmasıyla
4.tombik tombik yanaklarıyla dayı özlemi tutuşturmasıyla
5.her ders sonrası quiz yaparak zaten az gelen arayı kısaltmasıyla tanınır)

Midem de yansın yakılsın derken bari bu uyuyamama sorunsalını verimli ortamlara angaje edeyim ki, en azından laptop başında "ya Alex Turner twitter alsa ne can olurdu" minvalli geyiklerden ziyade bir Erinç Yeldan ödevi, bir Nilgün Fehim Kennedy okuması (ki kendisi
1.her ders öğrencilerin ilgisizliğinden yakınmasıyla
2.sınıfımızın nadide exchangeleri Kate ve Corrado'ya fasyel ekspresyonlarının kesif şekilde yumuşamasıyla
3.dnasını yeni nesillere aktardı mı bilinmemesine rağmen anaç olduğunun herkesçe farkındalığıyla tanınır) yapayım dedim de olmuyor.

Bir kere real wage rate index ne? Wikipedia'da bile tanımı olmayan, ekşide altına başlık açılmamış konseptten soru mu sorulur?
Benim gibi, zaten gerilimini diline vurmuş, oradan da tuşlara hunhar basım aksiyonu sayesinde Word'e geçirecek adama 1000 kelime sınırı mı getirilir?
O okumalar da 1291023891 sayfa bir yerde, onun yerine bana Murathan Mungan göz kırpıyor en cilveli haliyle -ki Alice de bi yerde öylesine kolpa ki- seçim sürecine bile girilmez ki bu iki taraf arasında. "The gecekondu mahalles is the best ones eva" diye de cümleler var arada, buna ne demeli?

Bi de istedim ki şimdi buraya böyle tropik hobilerimden, boş zamanlarımdaki ekstrem aktivitelerimden bahsedeyim ama yok (ki mesela bugün, gittim
1.Mozart'tan kahve aldım
2.Rıdvan'ı içinde Alex Turner'a benzeyen çocuğun da bulunduğu labına bıraktım
3.Cüneyt'le buluşup konseye gittim.
4.Yalan söyledim telefon ahizesine.
5.Stars'ı açıp ödevlerimin 4/15 olduğunu görünce bi an "lan?" dedim ardından 4 haftanın birikimini birer puan şeklinde açıklamayı uygun görmeyen bayan Kennedy'e selam çaktım
6.Mozart'a oturmaya kalkıştık olmadı.
7.A'da oturduk, şekersiz deterjan suyu içtim.
8.(500) Days of Summer izleyip hüzüm hüzüm hüzüldüm.
9.Kütüphaneye gittim ders çalışayım diye.
10.Ders çalışamadım)
Bu ne ya, bu ne biçim bi hayat? Nerede benim pazen elbisem, Düş Sokağı Sakinleri kasedim, manuel fotoğrafım, Bukowski kitabım, çizim defterim- gavurların sketchpad dediğinden-, Japonca kursum, Sanskritçe bilgim, Godard filmlerim, kıvırcık saçlı erkek arkadaşlarım, 3.50 altı gpaim?

Olmuyor bohem falan bunlar çok uzak kavramlar bana.
Hayır yarın 3 saat üst üste Fatma Taşkın (ki kendisi
1.ders sürelerini 50 değil 72 dakika olarak tanımlamasıyla
2.iPhone'unu yanına almadığı her an, ömründen biraz zaman kısalacakmış düşüncesini hayatına ilke edinmesiyle
3.öğle tatillerine lab koyup, aç bilaç, kan revan öğrenci profilinin okul popülasyonuna oranını artırmasıyla
4.her ders anket adı altında dağıttığı yüzbinmilyontomarkağıt ile interaktif hoca mesajını vermeye çalışmasıyla tanınır)
çekecek olan insandan ne sanatsallığı ne bohemliği?

Tetris oynayıp ödeve başlayayım bari.

Sunday, February 14, 2010

Catapult Kadar Güzel Parça Var Mı, De Bi Bakayım Sen Bana

Erinç Yeldan'ın her hafta ödev vereceğini bilmiyormuşçasına 2.hafta bile kayıt alabilen ve bunda hiçbir beis görmeyen bölümümün güzidelik endeksini tartıştığım şu sıralarda; sisteminde veriden başka her şey bulunan DPT ve TÜİK yetkililerini A binasını gezmeye, görmeye, tanımaya, hatta sekreterlikte bir bardak çay içmeye davet etsem; belki de bütün gün msn'de iletisini "@work, gettin' bored as hell" olarak afişe eden pek güleryüzlü sekreterimize eli yüzü düzgün ve iş becerememekte en az onun kadar usta olan bir kısmet bulabilirim- ki bugün zaten Sevgililer Günü.

Hayır, yok arkadaşım, bildiğin yok. Alt tarafı 1970-1980 arası ihracat verisi çıkaracaksın, ne var bunda? Ben de biliyorum, o dönemler kaos dönemleri, boya kutularının içlerinin duvarlara siyasi motto yazmak, dışlarının ise yeni Balık Ayhanlar keşfetmek olduğu adeta bir iç savaş esintileri de, oraya iki haneli bir rakam yazacaksın, ideolojisi yok ki bunun; sonra da pırıl pırıl öğrenciler o güzel rakamları kullanarak bir Erinç Yeldan dersine daha göğüsleri kabara kabara gidecekler- çok mu gördün bunu bizlere?

Ki bir taraftan Nouvelle Vague ve Nekropsi'ye takmaya az kaldığım şu demlerde, içinde bulunmaktan artık çok da hazzetmediğim bir grubun, ego yönünden ciddi sorunları olan başkanına söylemek istediklerim ve söyleyemediklerim kümesinin kesişimi bu kümelere eşitse ve bu durum artık beni ciddi derecede rahatsız etmeye başlamışsa, oturup ilik ilik veri arayıp sonra da ancak 1996dan başlayan bir excel dosyası indirebiliyorsam eğer, korkulmalı benden.

Veri bulunur, o bir derece -bak seni de böyle mutluluklara gark ettim TÜİK memuru, hadi yine iyisin- ama insanlara kendilerinin aslında kendilerini görmek istedikleri gibi olmadığını anlatacak ayna-vari sözcükleri söyleme cesaretini bulabilecek miyim?
Haydi ben buldum diyelim, onlar bu aynaya bakabilecekler mi? Hayat bir nebze daha güzel olmaz mı egolar bu kadar da zeplin ayarında şişik olmasa, birileri diğerlerinin laflarını eksik bulmak için didik didik analiz etmese; ve aslında o kadar da üstün olmayan insanlar üstünlük taslamasa?

Catapult dinleyeyim, en kısa vadeli çözüm bu gibi.

Sunday, February 7, 2010

Falan Fişmekan

Ne zaman Facebook Chat'e girsem istisnasız bana "naber" diyen bi arkadaşım var, ki bu durum öylesine Mozilla aksatıyor ki kendisinin Mark Zuckerbergle hayli düzeyli bir ilişki yaşadığından şüphelenmiyor değilim. Sanki gitsem bi gün kızın evine habersiz, kapıyı böyle ıslak ıslak, son anda gördüğü havluya canhıraş sarılmış bi Mark Zuckerberg açıp "oh, hey there!" diyecekmiş gibi. Sonra bi de o arkadaş bana uzun uzun, ballandıra ballandıra, sanki dünyada Markla onun ilişkisinden daha düzeyli başka hiçbir ilişki yokmuş, varsa da ben sadece onlarla ilgileniyormuşum gibi anlatır da ben artık astım hastasının iki gram oksijene hasretliği gibi o evden dışarıya vuslat beklerim ama tabi bu başka bir konu.
Diyeceğim o ki, ya kızım bi dur, bi nefes al, ben bi live feedime bakayım, bi insanlar ne etmiş ne yapmış, aralarda can video var mı bi göreyim, sonra naber dersin. Bu ne şiddet bu celal, pusu mu kurdun nedir, online olmamla orada kutucuk. Hayır, Mozillanın da annesi çok şiddetli derecede acılar çekiyor senin öyle yapmanla, diğer pencereler alt üst oluyor. Reva mı bu bana sırf sen Markla gecelerini azıcık daha şenlendireceksin diye?

Bi de şu lafa uyuzum: "Çok alıngansın."
Hadi ya? Cidden? 20 yılda fark edemedim ben bunu da sen iki saat bi filme gittik (spesifik insan değil bu, genelledim en nietzsche kanatır modda), bi saat çay içtik, akşam da msnde ben seni titrettim de eğlendik diye çözdün hemen beni? Vay canına Freud ters dönmüş mezarında, "o gelene değin bana rahat yüzü yok, arafın en ortasındayım" diyomuş çevresine.
Biliyorum ya ben alıngan olduğumu, yani hani kendisi hakkındaki düşüncesi gerçekle uzaktan yakından alakalı olmayan o realizme katmer katmer uzak insanlardan değilim ki, nedir bu psikoanalist havalar, Oedipus Rex'i tanımamcılık? Direk indirgeniyorum "yazar yukarıdaki parçada ne anlatmak istemiş?" "baş karakter çok alıngan" türkçe yazılı sorusuna ki beni daha fazla tanıyor olsan, bu durumun ego balonumda ve bundan mütevellit aramızda oluşabilecek herhangi bir ilişki türünde vereceği kalıcı hasar olasılığından haberdar olur, böyle galiz küfürlü cümleyi etmezdin bana.

Bi de "ekonomici misin sen?" "iktisat ne ki, çok kolay, sen bizim bölümü gör" mühendisleri var ki, onların iki gram zekasına tükürük bezlerimden hediye edeceğim çok şey var. Minicik aklınca küçümsediği bölümün hayatında java'dan daha önemli olacağını zaten anlatmıyorum da, hani iki satır program yazınca kendisini dünyayı kurtaracak denli dahi hissedip, benim oluk oluk, teori teori, önem önem derslerime burun kıvıranın da iqsu öylesine düşükmüş ki, yoksayılıyormuş problemlerde. İlginç misin arkadaşım, össde daha fazla puan gerekiyor diye bazı bölümlere daha fazla paye oturtmaya ösym bile artık ödül vermiyormuş, bırak kasma artık bu kadar.
Veyahut bunu sırf beni gıcık etmek için yapan bazı insanlar var ki -onlar kendilerini biliyor, ki hatta ne gülüyosun, komikse anlat hep beraber gülelim- onlara da yazıklar olsun. Hayır, ben onların alkolik geyiğin en can alıcı anında "dur bi bcc'ye gidip mailime bakayım"cı asosyalliklerine laf ediyor muyum? Evet, ediyorum. Edeceğim de, zira bildiğin asosyal bir durum.
Ki bi tanesi, dur içimde kalmasın, 1 saat armorgames'te allahın Japonunu öldürmeye çalışarak benim "ya hadi reale inelim, oyun mu oynayacağız burada boş vaktimiz varken"lerime kulak tıkadı da sonra asosyalsiniz deyince alınmalar, yüz buruşturmalar.
Meh size.
Devam edeceğim.

Saturday, February 6, 2010

Dövence

Kim demiş okul başladı ve Işıl aldığı 6 dersle ortalığın tozunu attırmaya kararlı olsa da aksiyona geçememiş fazla-gevezelerin başını çekmiyor diye? Gelsin ona çay ısmarlayayım Mozart'ta çünkü 1 haftalık Spring 2010 sürecimde yaptığım tek şey bu gibi. Bir de hunharca yeni dersler bulmak, bu kesin zevklidir alayım deyip eklemek, ardından derste sıkılıp da içten içe bir türkü tutturunca şevk kaybedip 307ye topuklanarak dersi drop etmek, yeni dersler bulmak, ortamımda çok yaygın olan o infinite loopu java değil hayatta yakalamak.
Hayır MBS için afişlerimiz adeta muhteş olmasa içimdeki iki gram enerji de kendilerini çok daha verimli kullanabilecek bir cv insanına kervan olup göç edecekler; ama i bet that you look good on the dancefloor referanslı her ürün bende arz eğrisini fazla inelastik yapmaya mahkum.

Ve eğer dün Şabaniye'de en güzel kısım olan Şabaniye ve Kartal Tibet'in birbirlerine doğru koşmalı türk filmi çekmeye çalıştıkları sahneye denk gelip de -ki koşmasız türk filmi mi var diyerek onca köy konulu, köy kokulu, mum kokulu kadın filmini hor görmeyin- "Bir Sevgi İstiyorum"u duyarak, pürtelaş indirip iTunes'a atıyorsam, bence bu yadırganmamalı, yadsınmamalı, olmamış gibi davranmamalı.
Bir Cahit Berkay gerçeği de var benden öte benden ziyade zira.