Wednesday, December 30, 2009

Sörpılas Veliyuğ

Şu an Marx'ı hatmediyor olmam gerektiği gerçeği o çok komünist, o "ya zaten Troçki gelseydi genel sekreterliğe, belki şu an tüm dünya komünistti hacım"la başlayan teori insanlarına, "vahşi kapitalist dünyaya çocuk getirmek istemiyorum"culara egzantrik ve alkışlanası gelebilir; ama eğer 3 saat uyuduysanız, ve aralar yine soğuk gibiyse hep aynı insanlarla (ki insanla mı desem), Karl yanında Engels, Lenin, Troçki, Stalin, ver-allah-ver bir insan gürühuyla da gelse omuz silkip, "meh" diyebilme olanağınız var. Yadsımayın bunu.

Ki zaten dün iPodum beni perişan edercesine bozulmuşken- bu iki gündür, evet tam iki gündür, müziksiz dolaşıyorum anlamına gelir, heyhat hala nefes alabiliyorum- ve denk getire getire ben de enfes bazı şarkılara kavuşmuşken, benden hayat dolu olmamı beklemek saçma.

Ne istiyorum ki hayattan? Biraz daha fazla Arctic Monkeys şarkısı dinleyerek gelebilmek okula, biraz daha fazla A alarak gidebilmek İngiltere'ye, biraz daha fazla buz kütlesi eriterek takılabilmek insanlarla (yoksa insanla mı desem).
Basit bir yaşam. Küçük hesaplar modu.
Oluyor mu?
Oluyordu.

Sunday, December 27, 2009

Benim Adım Jojoba

Şebnem Ferah en Tuna-Kiremitçi-başlıklarla 10-16 yaş ergen kızlarımızın günlük yazım süreçlerine arka plan şarkıları söyleyedursun, ben hâlâ thought çalışmaya başlamamış olmanın vicdani hezeyanı içerisinde savrulmaktayım. Yarın 2 saatlik boşumda gürül gürül başlamayı düşünüyorum ama. Sonra akşam eve gelince de.

Bugün gittiğim vıcık vıcık CV kokan toplantılarda da "iktisat çok sıkıcı hep teori" diyen kıza ayar verememenin hüznü de var içimde, elimde olsa konferanslarda eline 50lik puzzle bile verirdim ama gelin görün ki başkanımızın gazı benimkini yerle bir etmiş durumda. O egonun bütün dünyayı sarmalayacak bir buğusu var, benimki ise Sheffield'a gidip Alex Turner'a el etse yeterli. Ve evet dersleri takıyorum, ve evet, "abi 15 dakikada çıktım boş kağıt verdim" insanı bende "off ya nasıl atarlı bu sisteme, isyankar ruhlar beni çok etkiler" mantığı uyandırmıyor.

Kıvanç Tatlıtuğ da saçını kestirerek içimdeki tüm o alternatif "indie rock candır, Camden Scene başarılı, Vic Chestnutt ölmüş duydun mu?, William Blake mi okusam" insanını bir darbeyle yere sererek youtube'daki "Aşkı Memnu 55.Bölüm Part 10 SON" videosunun 2.30dan sonrasını adeta belleğime kazıdı. Hani utanmasam, veya okulda anlamsızca gezinmek yerine -ki artık havaların soğuması ve finallerin yaklaşmasıyla bu aktivite yerini Mozart'ta oturmaya bıraktı- evime yuvama çekilsem oturur izlerim bile.

Mütemadiyen dalga geçtiğim bir insanın onunla hala dalga geçtiğimi anlamamış olması bana onunla dalga geçmemem gerektiğine dair bir mesaj mıdır, yoksa daha fazla dalga geçebilmeye açılan bir yol mu?
Yarın biriyle kavga etmesem iyi bari.

Saturday, December 19, 2009

İndiğ

İnsanlar Club Rascal'larda Noeli indie rockın özenli parçalarıyla kutlayadursun ben iTunes'umun merhametine sığınarak shuffle'a bastım.
Ve My Music dosyalarımdaki M klasörünün üstünde hala kocaman bir Muazzez Ersoy resminin durmasını Ezgi'ye bağlayarak kendisine acı bulutu olarak dönmek istemiyorum.
Zira ummadığım bir ançuezin en umduğum Arctic Monkeys parçasını mütemadiyen dinlemesinden rahatsız olan oda arkadaşları oldukça, ben de o oda arkadaşlarını fazla samimi mavi-renkli-adamlar filmlerinden önce çekiştirdikçe hayatın beni getirdiği kısır döngü (Arctics? Catapult? Sen?) kelimeleri boğazıma gemici düğümüyle bağlıyor.
Ayrıca o sarı sarı Muazzez Ersoy gülüşüdür bi Muse'a, bi Manic Street Preachers'a açılan.

Saturday, December 12, 2009

Biz, Eşinin Doğumunu Maça Gitmeye Yeğleyen Teknik Direktör Severiz

Şu an annemlerin yatağında bi bebek uyumakta, nereden ve nasıl geldiğini biz az çok bilmekle beraber, ona belli bi yaşa kadar bunun leylekler aracılığıyla olduğunu söylemekte hiçbir beis görmeyeceğiz.
Bu kirli dünyaya getirilen bu masum insancığa da aslında dünyanın o kadar da leş bir bölge olmadığını, küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkarabilecek mekanizmayı da kurup, çalıştırıp, pillerini uzun ömürlü Duracellerden seçebileceğini göstereceğiz.

Herhangi bir müzik grubunun yeni albümünün çıktığını öğrenince gülümseyebilecek mesela. Hemen en yakın arkadaşını arayıp paylaşabilecek, hatta abartı bir şekilde gün-saat bile sayabilir. İzni var.

Bir aktöre de saplantılı olsun mesela. Ama tırt dizi aktörü olmasın, ciddi hardcore oscar insanı olsun veya da iyice abarsın alternatif beyazperdenin starı olsun; ama olsun biri orada. Filmleri beğenilsin, DVDleri anlamsız paralar bayılınarak alınsın bulunsun köşede. Avatar yapılsın resimleri. Hunharca savunsun onu arkadaş toplantılarında.

Can dostları olsun. Ta böyle en içe işleyesice, kanaviçe formunda. Kimisi kolu kırılınca en yakın, en pahalı ve en hostesi-77-yaşında-menopoz-Dutch olan uçağa atlasın gelsin, kimisi dünyanın en egzantrik kutusunu postalasın gurbet ellere, kimisi sırf eve gitmeye üşeniyor diye onu allahın dağının yanı başındaki evine bıraksın gecenin bir körü, kimisi de savunsun onu mesela, arkadaş ortamlarında üstüne fazla gelinince. Kimisiyle arasında kimsenin anlayamadığı bi dil oluşsun, kimisi dediklerini tamamlasın, hatta bazen konuşmaya bile ihtiyaç olmasın.

Sabahları güne gülerek kalkmaya yarayacak şarkıları olsun playlistinde, komik ses kayıtları olsun cep telefonunda- aptal anıları olsun yüzünü kızartıp her defasında "hay ...." diye küfredebileceği, arada çok içsin sapıtsın, arada da içenlerin yanındaki tek ayık o olsun, herkesi düzenlemeye çalışırken ölesiye sıkılsın.

Böyle ufacık şeylerden, çok hoş bi çocuğun bi bakışından tut, Mozart'tan çorduğu kupadan kahve içimine kadar- zevk alsın. Buranın, bu yaşadığımız yerin, o kadar da kötü olmadığını, hala bazı yerlerde, bazı formlarda umudun saklanarak bize dil çıkardığını görsün. Peşinden koşsun onun kimi zaman yakalayamayacak denli yorulduğunda bile.

Kısacası bana benzesin'e dönmüş bu yazım- benzeyebilir ama can bi insan olduğumu düşünüyorum çoğu zaman. Bi de ego problemim olmasa dadımdan yinmez.
Hadi Catapult dinleyelim.

Thursday, December 10, 2009

Başlık Bulamamanın Dayanılmaz Hafifliği

Beni şu aralar mütemadiyen kıran bir arkadaşım var, ismini yazmanın bir şeyleri değiştireceğini düşünmüyorum.
Buraya emo-tribi de atmak için yazmıyorum, sadece içimden geldi, ve birinin içinden gelerek davranması candır. Sadece bu blogspot adresini söylediğim ender kişilerdenseniz; yanınızda olan ve "hiç takmıyomuş" gibi davrananların aslında size gerçekten kırılmış olma olasılığını ve aranızdaki şeyin yavaş yavaş devasa uzunlukta ve ruhsuz bir buz kalıbına dönüşecebileceğini bi düşünün derim ben.
Düşünmek candır zira. Donmayı önler, önleyemeyecek durumlarda da süreci uzatır.
Geri kalan her şey için Mastercard.

Tuesday, December 1, 2009

Showbiz Nedir, Ne Değildir?

Kimsenin içinde bulunmak istemeyeceği bir durumdayım tam da şu an, saat 00.15- kahvem ziftleri aratırcasına acı ve bulanık ve önümde tomarla kağıt beni bekliyor içindeki bilgileri ezberlemem için.
Sınav öncesi sendromunun o stresli ama bir yandan da enerjik bölmesine kendimi kapadım bir süre- annem sordu ben söyledim, bazen de söyleyemedim, annem de kızdı bana.
Ama şu an, araların en büyüğünü vermiş bulunmaktayım. Fazla konuşkanım, fazla üretkenim. Normalde etmeyeceğim dilbilgisi kurgusunda cümleler, düşünmeyeceğim limitte hayal gücü ürünleri dolanıyor kafamda.
Sınav öncesi sendromu işte, 3 dakika sonra Facebook'ta "Which Twilight Hottie Is Your Soulmate?" testi bile çözebilirim.

Yine de utanmadım, erinmedim, Showbiz dinledim.
Zevkler ve renkler tartışılmaz mottosunu resmen yerle bir eden, hayata bir fırça çeken bir parça olabilir. Yıllar yılı çok sevdiğim gruplar oldu -ki bi kısmını sevmiş olmaktan dolayı buruk bi hüzün, ince bi utanç duyuyorum- ve bu gruplar çevremdekilerden tepki aldı, kabullendim.
Limp Bizkit zaten kötü, Smashing Pumpkins ve Radiohead uyuzdu, Maiden ve Metallica gürültüydü, Arctic Monkeys zaten kaale bile alınmıyor, ama Muse Showbize laf edilmemeli, ettirmem .
Bu 2+2 4 değildir demek gibi bişey.
Saçma.
Hukuken yasaklanmalı.