Soru 275:
A ve B şehirlerinde durmakta ve umulduğu üzere birbirini beklemekte olan iki şahıs bir türlü ortada buluşamıyor. Bu durum ne zaman sona erir, açıklayınız.
Cevap:
A kızımız, parayı dert ediyor gibi görünebilir. Öğrenci bütçesi, ekonomi, "recent global crisis"in nesnelikten özneliğe yatay geçiş yaptığı cümleler kurarak muhabbetini sıkıcılaştırabilir. Para biriktirdiğini ima ederek Ramsey kuralına selam çakabilir.
Dersleri, başvuruları, yapılacak işleri de araya sıkıştırarak bahanesini zenginleştirebilir. Kendini çok dolu ve sosyal göstererek B oğlumuzun saygısını ve merakını kazanır. Evde oturup günün dizisini izlemek yerine x okulunun MSc Economics (application fee yoksa da MSc Developmentla ilgili herhangi bir konu) bölümüne başvuran kıza içsel bir bağlılık kazanabilir.
Okulun bitmiş olması ama aslında bitmiyor da olabileceği sorunsalını uzun uzun anlatabilir A kızımız. Telefonda tabi. Uzun süre eye-to-eye contact içeren muhabbetin gramer kurallarını çiğneyip geçeceğini bildiğinden ahizenin diğer ucunda Süleyman Demirel varmışçasına duygusuz ve formal anlatır durumunu.
B oğlumuzu okumak mümkün değil. Okuyabilsek zaten bazı şeyleri çözüp, bazı egzantrik görünümlü kavramları içselleştireceğiz; her şeyin gizemde saklı olduğunu Harry Potter'ı bestseller yaparak öğrenmiştik zaten.
Ki bu bizi aslında sorunun doğru cevabına getirir.
Evet bahaneler çoktur, "akşam işim var", "ya para biriktiriyorum zamanım yok", "blahblahtan dolayı blahblah olması gerek"lerin lugatta yeri azımsanamaz, herkes ömrünün belli bi kısmını bu bahaneleri karşıya ikna etme çabası adı altında sıralamıştır zaten. Advanced to Bahane-Making 443 dersini A ile geçmişizdir.
Yine de bir Angutyus klasiği olarak bilen bilir, isteyen yapar, Babam ve Oğlum'un pek ağlatan sahnesi de Çağan Irmak'ın hayalgücünden bir perde değildir sadece.
Tek nedeni, her şeyin, bütün o bahaneler arasında, gizemi korumaktır. O zorla tutturulmuş balansı bozmamak; beklentilerin geleceği karartmasını engellemektir.
Bir ses tonuyla yaratılan imajın geçirilen 1 hafta ile bozulmasını önlemek.
Kalbin içinde uçan kelebeğin, uzun ömürlü ilişkilerde ölümünü izlemekten hunharca kaçınmak.
Bu yüzden A ile B belki artık dayanamayacak safhaya (Resosfer) eriştiklerinde, birbirlerine belli kilometre hızlarda yaklaşır, muhtemelen de yapılan basit bir plan sonrası ya A ya da B'de herhangi bir semtte buluşurlar. Yine de zaman sonsuza da yakınsayabilir, o zaman bu ikisinin türevlerini L'Hospital'le değil; ikili ilişkilerin gizemiyle çözmek bize çok daha üretken ve anlamlı bir sonuç verir.
Thursday, January 27, 2011
Monday, January 17, 2011
Fall'a Michaelmas Diyen Okul Tipi
Bir yandan Phil Collins dinleyip bir yandan da özlem duyulanlar kafilesi ile IT'nin son nimetlerinin tadını çıkarırken başvurduğum okullardan bir tanesi yıllardır Fall olarak bilinegelmiş döneme Michaelmas dediği zaman neyle başetmeye çalıştığımı anladım.
Umudum var mı yok mu bilmiyorum; ama bir formaliteyi yerine getirmiş olmanın, "ben elimden geleni yapayım da gerisi Allaha kalmış"çı tevekkülün eseri olduğum apaçık ortada.
Ortalaması takriben 3.2 sularında gezinen bi arkadaşın "ben kesin Warwick'e kabul alırım" özgüveni ise beni ya kendi pesimizmimi gözden geçirmeme, ya da onun akademik dünyaya olan bu naif bakışına ah etmeme yarıyor.
Geleceğin belirsiz; şimdinin korkuları erteleyerek geçtiği, geçmişin ise nispeten umutlu göründüğü zamanlarımı ise Skins izleyip gerçeklikten kaçarak geçiriyorum. Ama ne yazık ki 4 sezonun her biri 10ar bölümden oluşuyor, Chris Miles ve Freddie McClair isimleri de mezar taşlarının üzerine kazınmış. Panda'yla Thomas'ın Harvard'a kabul alması yüzümde hüzünlü bir gülümsemeden ötesini uyandırmıyor.
Yine de dünyaya dönüp Fall döneminin Michaelmas olarak adlandırıldığı okullara geçmişimi anlatıyorum; bu süreçte de bana ne yapmam gerektiğini takır takır anlatan Erinç hocaya, zırt pırt mail atıp "daha başvurmadın mı" diye beni iteleyen Bilin hocaya, beni sadece 1 dönem tanımasına rağmen referanstan çekinmeyen Refet hoca'ya teşekkürü bir borç biliyorum.
Bir sonraki hezeyana kadar,
Phil Collins- Easy Lover
Umudum var mı yok mu bilmiyorum; ama bir formaliteyi yerine getirmiş olmanın, "ben elimden geleni yapayım da gerisi Allaha kalmış"çı tevekkülün eseri olduğum apaçık ortada.
Ortalaması takriben 3.2 sularında gezinen bi arkadaşın "ben kesin Warwick'e kabul alırım" özgüveni ise beni ya kendi pesimizmimi gözden geçirmeme, ya da onun akademik dünyaya olan bu naif bakışına ah etmeme yarıyor.
Geleceğin belirsiz; şimdinin korkuları erteleyerek geçtiği, geçmişin ise nispeten umutlu göründüğü zamanlarımı ise Skins izleyip gerçeklikten kaçarak geçiriyorum. Ama ne yazık ki 4 sezonun her biri 10ar bölümden oluşuyor, Chris Miles ve Freddie McClair isimleri de mezar taşlarının üzerine kazınmış. Panda'yla Thomas'ın Harvard'a kabul alması yüzümde hüzünlü bir gülümsemeden ötesini uyandırmıyor.
Yine de dünyaya dönüp Fall döneminin Michaelmas olarak adlandırıldığı okullara geçmişimi anlatıyorum; bu süreçte de bana ne yapmam gerektiğini takır takır anlatan Erinç hocaya, zırt pırt mail atıp "daha başvurmadın mı" diye beni iteleyen Bilin hocaya, beni sadece 1 dönem tanımasına rağmen referanstan çekinmeyen Refet hoca'ya teşekkürü bir borç biliyorum.
Bir sonraki hezeyana kadar,
Phil Collins- Easy Lover
Subscribe to:
Posts (Atom)