"Şüphecilik, tanrı tanımazlık ve kötümserlik kuramlarının ulaştığı gerçeğin ve katılığın önemi yok, bu yönde seni uyarmalıyım Russka" dedi.
"Ama yaradılışları gereği bizi iradeden vazgeçmeye mahkum ettiklerini bilmelisin. İnsanoğlunun eylemini yönetemezler çünkü insanoğlu hareketsiz kalamaz. Bu, belirli bir şeyi doğrulayan, onları belli bir yere götüren kuramlardan vazgeçmedikleri anlamına gelir."
Sunday, August 12, 2012
Tuesday, June 12, 2012
Saturday, June 9, 2012
16.37- 09.12.2012 (Cikan Kismin Ozeti)
Fazil Sag Bastan Say
1. Ben her seyi dinledim. Cop gibi, domuz gibi dinledim. Mustafa Sandal dinledim. Ricky Martin dinledim. Backstreet Boys dinledim. Metallica dinledim. Children of Bodom dinledim. Ibrahim Tatlises dinledim. Tarkan dinledim. Limp Bizkit dinledim. Britney Spears dinledim. Smashing Pumpkins dinledim. Jay-Z dinledim. Arctic Monkeys dinledim. Radiohead dinledim. Demet Akalin dinledim. Buena Vista Social Club dinledim. The Killers dinledim. Hande Yener dinledim. Murat Dalkilic dinledim. Evgeny Kissin'in Schubert-Lizst cesitlemelerini dinledim. Tchaikovsky'nin Valse Sentimentale'ini dinledim. Shostakovich'in 15.senfonisini dinledim. Sila dinledim. Murat Boz dinledim. Muse dinledim. David Guetta dinledim. Skrillex dinledim. Beatles dinledim. Dinledimogludinledim yani. Eger "dinlemek" fiilinin ortaya cikisindan once dogsaydim, belki dinlemek eylemini tanimlamak icin "isil" denecekmiscesine muzik dinledim.
Bu umarsiz bir maymun istahlilik gibi gorunebilir. Balans ayarlariyla oynanmis bir ruh zevki de olabilir. Ne istedigini bilememenin verdigi oraya buraya saldirarak icindeki boslugu doldurma amaci da olabilir, bilemem. Yaptigim, eger konuyla ilgili gorus bildirme luksu ve hakkini kendimde buluyorsam dogru degerlenildirmek icin bir curriculum vitae uzatmam.
Dinledim yani. Neyin muzik olup neyin olmadigini ayirt edebilecek denli dinledim. Cikan kismin ozeti budur.
2. Butun bu dinlediklerim arasinda, benim cesaretimi sinayan tek tur klasik muzik oldu.
Kolaya kacmayan; anlamak, duygulanmaktan da ziyade kendi icine donup neler olup bittigine acik yureklilikle dayanma gucumun seviyesini bana lamsiz cimsiz gosteren de klasik muzik oldu.
Bu icsel savastan korkup kacmaya calistigim zaman, "aman nolacak kapatirim bi daha da dinlemem" insiyatifimi elimden alip; bu yolculuga cikabilme cesaretimle asla ayrilamayacak olma acziyetimi minik bir Pandora kutusuna koyan da klasik muzik oldu.
Neden mi boyle? Teorilerim var, bana biraz katlaniniz.
Klasik muzik, digerleri gibi insani istedigi yere cekmez. Iletmek istedigi dusunceyi soz ve tavir kiskacina alarak insanlara empoze etmez. Onlari ozgur birakir.
Cogu insan da boyle ucsuz bucaksiz ozgurlukle bas edemez; ilginctir ki, dunya ne kadar sinirsizca sunulursa o kadar icine doner, bireyselligine tutunur, kendine sahip cikmaya calisir; cunku ozgurluge ancak yapilabilecek onca seyden birini secememenin kaosunda, her zaman yaninda olacak olana, kendine siginmakla dayanilir.
Bu kadar ozgur kalip, bu kadar baglaninca icindeki o "sey"e, sorunlar bas gosterir. Cunku ihmal etmissindir onu, cogu zaman genelgecer kurallarin gerektirdigi oyunlarda yitirmissindir bir kismini, bir parcasi sevdiklerinle canlanir sende ruhsuz bir cesetken; bazi taraflari hakkinda fikrin bile yoktur, hic beklemedigin anlarda bir anda ortaya cikar, seni kendinden sasirtirlar. Boyle bir "sey"le basettirir seni klasik muzik.
Iste puzzle der, coz onu. Coz. Cozemezsen bile, bakmaya cesaret et. Baskasi ne dere sapladigin; para-statu-ego savaslarinda harcadigin, amanyakisikalirmi, toplumumuzkabuletmez, dinimizorfumuzceharamlara mahkum ettigin bu enkaza bak. Bakabil artik.
Cesaretini sinar.
Bir yandan da, oyle guzel kurgulanmistir ki muzik, matematiksel bir teknik en naif duygularla essiz bir deha icinde oyle ince kesistirilmistir ki, yardim eder sana. Elinden tutar. Secimini yapmanda yardimci olur, kaosunu duzenler biraz.
Tamam der, istedigini dusun simdi; ama nasil dusunmen, o devasa gizeme nasil yaklasman gerektigi konusunda ipuclari verir sana. Ruhunu masaya yatirir, kesip bicersin. Nesterini eline verir, terlediginde alnini siler, bir bardak ferah suyunu ikiletmeden getirir. Sen ruhunda ilerledikce gitgide yaralanirsin; hem daha derinlere inmenin itici gucunu, hem de tum bu acinin merhemini saglar sana.
Budur klasik muzik.
Herkes dinlemez, dinleyemez, dinlemesin.
Cikan kismin ozeti budur.
3.Tum bunlardan dolayi, kimseden Fazil Say'i anlamasini beklemem. Fazil Say da onlari anlamaz, anlamaya calisarak da degerli vaktini harcamasin bence. Ucun besin hesaplarinin yapildigi dunyalarda Hikmet Benollara, Selim Isiklara, Prens Miskinlere, Oblomovlara, Dmitri Karamazovlara yer verildi, onlar anlasildi da Fazil Say mi itildi koseye?
Sadece kendi icine yolculuk yapma cesaretini gostermemis; bir de bizlere bu yolda arac olmus bir insana, siradan bir olumlu, bu cesareti asla ve asla gosteremeyecek denli kaypak bir organizma, hangi mantikli argumanla gelecek?
Hangi devrik cumlesi, hangi seviyesiz aciklamasi, Chopin'in Nocturne'u kadar damga vurabilecek ki?
Valse Sentimentale'de duygulanmayan, Standchen'e gozleri yasarmayan adamlar, bize nasil iyilikler yapabilecek; gercekten yasiyor olacaklar mi bu bir kere bahsedilen hayati da, Fazil Say'la ilgili yorum yapma hakkini kendilerinde bulacaklar?
Gitsin, uzaklara gitsin, sadece birbirlerini degil, kendilerini de anlama cesaretini klasik muzikle bulabilen insanlarin diyarlarina gitsin. Keske buralarda kalsaydi istemez myidik; ama kendi iyiligi, kendi mutlulugu icin gitsin.
Fazil Say ceksin gitsin.
Biz de, onun eserlerine veya caldiklarina degil; soylediklerine 364 gun kafa yoran gerizekalilar surusuyle kala kalalim.
Onun yeri, burasi degil. Cikan kismin ozeti budur.
1. Ben her seyi dinledim. Cop gibi, domuz gibi dinledim. Mustafa Sandal dinledim. Ricky Martin dinledim. Backstreet Boys dinledim. Metallica dinledim. Children of Bodom dinledim. Ibrahim Tatlises dinledim. Tarkan dinledim. Limp Bizkit dinledim. Britney Spears dinledim. Smashing Pumpkins dinledim. Jay-Z dinledim. Arctic Monkeys dinledim. Radiohead dinledim. Demet Akalin dinledim. Buena Vista Social Club dinledim. The Killers dinledim. Hande Yener dinledim. Murat Dalkilic dinledim. Evgeny Kissin'in Schubert-Lizst cesitlemelerini dinledim. Tchaikovsky'nin Valse Sentimentale'ini dinledim. Shostakovich'in 15.senfonisini dinledim. Sila dinledim. Murat Boz dinledim. Muse dinledim. David Guetta dinledim. Skrillex dinledim. Beatles dinledim. Dinledimogludinledim yani. Eger "dinlemek" fiilinin ortaya cikisindan once dogsaydim, belki dinlemek eylemini tanimlamak icin "isil" denecekmiscesine muzik dinledim.
Bu umarsiz bir maymun istahlilik gibi gorunebilir. Balans ayarlariyla oynanmis bir ruh zevki de olabilir. Ne istedigini bilememenin verdigi oraya buraya saldirarak icindeki boslugu doldurma amaci da olabilir, bilemem. Yaptigim, eger konuyla ilgili gorus bildirme luksu ve hakkini kendimde buluyorsam dogru degerlenildirmek icin bir curriculum vitae uzatmam.
Dinledim yani. Neyin muzik olup neyin olmadigini ayirt edebilecek denli dinledim. Cikan kismin ozeti budur.
2. Butun bu dinlediklerim arasinda, benim cesaretimi sinayan tek tur klasik muzik oldu.
Kolaya kacmayan; anlamak, duygulanmaktan da ziyade kendi icine donup neler olup bittigine acik yureklilikle dayanma gucumun seviyesini bana lamsiz cimsiz gosteren de klasik muzik oldu.
Bu icsel savastan korkup kacmaya calistigim zaman, "aman nolacak kapatirim bi daha da dinlemem" insiyatifimi elimden alip; bu yolculuga cikabilme cesaretimle asla ayrilamayacak olma acziyetimi minik bir Pandora kutusuna koyan da klasik muzik oldu.
Neden mi boyle? Teorilerim var, bana biraz katlaniniz.
Klasik muzik, digerleri gibi insani istedigi yere cekmez. Iletmek istedigi dusunceyi soz ve tavir kiskacina alarak insanlara empoze etmez. Onlari ozgur birakir.
Cogu insan da boyle ucsuz bucaksiz ozgurlukle bas edemez; ilginctir ki, dunya ne kadar sinirsizca sunulursa o kadar icine doner, bireyselligine tutunur, kendine sahip cikmaya calisir; cunku ozgurluge ancak yapilabilecek onca seyden birini secememenin kaosunda, her zaman yaninda olacak olana, kendine siginmakla dayanilir.
Bu kadar ozgur kalip, bu kadar baglaninca icindeki o "sey"e, sorunlar bas gosterir. Cunku ihmal etmissindir onu, cogu zaman genelgecer kurallarin gerektirdigi oyunlarda yitirmissindir bir kismini, bir parcasi sevdiklerinle canlanir sende ruhsuz bir cesetken; bazi taraflari hakkinda fikrin bile yoktur, hic beklemedigin anlarda bir anda ortaya cikar, seni kendinden sasirtirlar. Boyle bir "sey"le basettirir seni klasik muzik.
Iste puzzle der, coz onu. Coz. Cozemezsen bile, bakmaya cesaret et. Baskasi ne dere sapladigin; para-statu-ego savaslarinda harcadigin, amanyakisikalirmi, toplumumuzkabuletmez, dinimizorfumuzceharamlara mahkum ettigin bu enkaza bak. Bakabil artik.
Cesaretini sinar.
Bir yandan da, oyle guzel kurgulanmistir ki muzik, matematiksel bir teknik en naif duygularla essiz bir deha icinde oyle ince kesistirilmistir ki, yardim eder sana. Elinden tutar. Secimini yapmanda yardimci olur, kaosunu duzenler biraz.
Tamam der, istedigini dusun simdi; ama nasil dusunmen, o devasa gizeme nasil yaklasman gerektigi konusunda ipuclari verir sana. Ruhunu masaya yatirir, kesip bicersin. Nesterini eline verir, terlediginde alnini siler, bir bardak ferah suyunu ikiletmeden getirir. Sen ruhunda ilerledikce gitgide yaralanirsin; hem daha derinlere inmenin itici gucunu, hem de tum bu acinin merhemini saglar sana.
Budur klasik muzik.
Herkes dinlemez, dinleyemez, dinlemesin.
Cikan kismin ozeti budur.
3.Tum bunlardan dolayi, kimseden Fazil Say'i anlamasini beklemem. Fazil Say da onlari anlamaz, anlamaya calisarak da degerli vaktini harcamasin bence. Ucun besin hesaplarinin yapildigi dunyalarda Hikmet Benollara, Selim Isiklara, Prens Miskinlere, Oblomovlara, Dmitri Karamazovlara yer verildi, onlar anlasildi da Fazil Say mi itildi koseye?
Sadece kendi icine yolculuk yapma cesaretini gostermemis; bir de bizlere bu yolda arac olmus bir insana, siradan bir olumlu, bu cesareti asla ve asla gosteremeyecek denli kaypak bir organizma, hangi mantikli argumanla gelecek?
Hangi devrik cumlesi, hangi seviyesiz aciklamasi, Chopin'in Nocturne'u kadar damga vurabilecek ki?
Valse Sentimentale'de duygulanmayan, Standchen'e gozleri yasarmayan adamlar, bize nasil iyilikler yapabilecek; gercekten yasiyor olacaklar mi bu bir kere bahsedilen hayati da, Fazil Say'la ilgili yorum yapma hakkini kendilerinde bulacaklar?
Gitsin, uzaklara gitsin, sadece birbirlerini degil, kendilerini de anlama cesaretini klasik muzikle bulabilen insanlarin diyarlarina gitsin. Keske buralarda kalsaydi istemez myidik; ama kendi iyiligi, kendi mutlulugu icin gitsin.
Fazil Say ceksin gitsin.
Biz de, onun eserlerine veya caldiklarina degil; soylediklerine 364 gun kafa yoran gerizekalilar surusuyle kala kalalim.
Onun yeri, burasi degil. Cikan kismin ozeti budur.
Tuesday, April 24, 2012
21.59 24.04.2012
Tüm bu "bubbly episot"lardan vazgeçip kendimi sosyal medyada aşık atmalara bırakmaya tek cündebaz yazısı kala; hâlâ hayatımda süregelen kimi değişimlerle inatlaşmam gibi, buna da ayak diremenin fayda etmeyeceğine kanaat getirerek sıvadım kollarımı.
Evet, bubbly episotlar mühim, en nihayetinde dünyevi gizemleri çözmek birincil amacımız olmasa da, şu proje işinden alnımızın akıyla çıkmak niyetini tutturmuşuz, peki ya bendeki bubbly episotlar?
Böyle anlamsız şişmeler, sonrasında "investor sentiment"e dayalı patlamalarla oluşan mesnetsiz dalgalanmalar? Yok GSMH datası değil bahsettiğim, duygularım desem insanlar beni ne kadar ciddiye alırlar?
Gitmek istiyorum, gidip sormak bazen, ne paylaştık biz diye.
Sen uzun parmaklarınla soru çözdün, ben hatalarını buldum, güldük.
Bir optimistic equilibriumdan diğerine, salındık gittik.
Evet, bubbly episotlar mühim, en nihayetinde dünyevi gizemleri çözmek birincil amacımız olmasa da, şu proje işinden alnımızın akıyla çıkmak niyetini tutturmuşuz, peki ya bendeki bubbly episotlar?
Böyle anlamsız şişmeler, sonrasında "investor sentiment"e dayalı patlamalarla oluşan mesnetsiz dalgalanmalar? Yok GSMH datası değil bahsettiğim, duygularım desem insanlar beni ne kadar ciddiye alırlar?
Gitmek istiyorum, gidip sormak bazen, ne paylaştık biz diye.
Sen uzun parmaklarınla soru çözdün, ben hatalarını buldum, güldük.
Bir optimistic equilibriumdan diğerine, salındık gittik.
Thursday, April 5, 2012
17.29 05.04.2012
Woody Allen'ın "yapmak ve yaşamak istedikleri"yle yetenekleri arasında kalmış, bu arafı da Avrupai-ilham perileriyle bulanıklaştıranlara değindiği filmler bütününün en yenisi Midnight in Paris'te Gil Bender, her geceyarısı sanatsal kahramanlarıyla buluşur.
Hem de ne buluşma, Gertrude Stein'a roman taslağının eleştirisini yaptıracak, Luis Bunuel'e "The Exterminating Angel" anafikrini aşılayacak, Pablo Picasso ve Ernest Hemingway'in ellerinden 'kadınlarını' alacak kadar.
Film her ne kadar günümüz nevrotik sanatçısının gerçekten kaçışı -ki zaten gerçeği, hayatı olduğu gibi kabul etmemeleri, onları birer 'sanatçı' konumuna taşır- geçmişe duyulan özleme bağlasa da, bu ilişkinin mutualist bir form aldığı aşikar. Zira her geceyarısı o arabaya binip Scott Fitzgerald'la buluşan Gil'e inanıyorsak; aynı "zaman makinesinden" (ki bu 1950 model bir arabadan ziyade bir roman, bir tablo olabilir) Gil'e, sana bana, 2011'e, Valium'un "the pill of the future" olarak adlandırıldığı zamanlara ulaşacak nice sanatçıyı göz ardı etmemiz büyük bir oksimoron. Geçmişe gidebilmek zor; geleceğe taşınabilmek ondan da güç.
Biz arabalara binip Mişkin'in dar St.Petersburg sokaklarındaki bulanık heyulasına gidemiyoruz; ama o kesinlikle bize ulaşabiliyor. Allah bilir, daha başka kimlere ulaşabilecek.
Koğuştan çıkıp etrafı kolaçan ederken "elbise bedenini hatırlarken başka şeyleri unutan" Parti üyelerini gören Kostoglotov getirecek bize o belki de her şeyin temeli olan beyaz kolalı gömleği, biz gidemeyeceğiz zira.
Sonra düşündüm, kendi alçakgönüllü hayatımın hangi parçası Gil Bender benim için? Çanlar 12yi çaldığında, o meş'um otomobil benim için geldiğinde, hangi "dinner party"den psikolojik olarak ayrılmam namümkün olacak? O odanın içinde kimlerle kapalı kalmayı yeğleyeceğim?
En iyi cevap, yanımda taşıdığım, "aah yalnız başına oralarda ne yapacaksın" sorularına açık yüreklilikle "yalnız değilim ki" tepkisini verdirten dostlarımda gizli.
Oğuz Atay, Sabahattin Ali, George Orwell, Hermann Hesse, Kazuo Ishiguro, Hanif Kureishi. ve tabi, gerçekliğin o katı "bagaj kuralı"na takılıp arkada bıraktıklarım, dostlarım. Hangi "kapana kısılma" anlamlı Yusuf Atılgansız, Dostoyevskisiz, Tezer Özlü olmadan?
En yakınım, Oğuzcuğum Atay, Korkuyu Beklerken'i şu naif cümleyle bitiriyor.
"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"
Geliyoruz, gelmekteyiz, hep bir gelmek halindeyiz, Selimle Turgutla Hikmetle, saatler tam on ikiyi çaldığında.
Ama sen, sen hiç gitmedin ki gelesin; hep buradaydın; bir gözyaşı tanesinde, aşkın imlasızlığında, "sevmiyorsevseydi"lerde, tehlikeli oyunlarda, korkuyu beklemelerde.
Biz ise mütemadiyen gelmelerde; ama bir türlü, ulaşamamakta, yetinememekte.
Hem de ne buluşma, Gertrude Stein'a roman taslağının eleştirisini yaptıracak, Luis Bunuel'e "The Exterminating Angel" anafikrini aşılayacak, Pablo Picasso ve Ernest Hemingway'in ellerinden 'kadınlarını' alacak kadar.
Film her ne kadar günümüz nevrotik sanatçısının gerçekten kaçışı -ki zaten gerçeği, hayatı olduğu gibi kabul etmemeleri, onları birer 'sanatçı' konumuna taşır- geçmişe duyulan özleme bağlasa da, bu ilişkinin mutualist bir form aldığı aşikar. Zira her geceyarısı o arabaya binip Scott Fitzgerald'la buluşan Gil'e inanıyorsak; aynı "zaman makinesinden" (ki bu 1950 model bir arabadan ziyade bir roman, bir tablo olabilir) Gil'e, sana bana, 2011'e, Valium'un "the pill of the future" olarak adlandırıldığı zamanlara ulaşacak nice sanatçıyı göz ardı etmemiz büyük bir oksimoron. Geçmişe gidebilmek zor; geleceğe taşınabilmek ondan da güç.
Biz arabalara binip Mişkin'in dar St.Petersburg sokaklarındaki bulanık heyulasına gidemiyoruz; ama o kesinlikle bize ulaşabiliyor. Allah bilir, daha başka kimlere ulaşabilecek.
Koğuştan çıkıp etrafı kolaçan ederken "elbise bedenini hatırlarken başka şeyleri unutan" Parti üyelerini gören Kostoglotov getirecek bize o belki de her şeyin temeli olan beyaz kolalı gömleği, biz gidemeyeceğiz zira.
Sonra düşündüm, kendi alçakgönüllü hayatımın hangi parçası Gil Bender benim için? Çanlar 12yi çaldığında, o meş'um otomobil benim için geldiğinde, hangi "dinner party"den psikolojik olarak ayrılmam namümkün olacak? O odanın içinde kimlerle kapalı kalmayı yeğleyeceğim?
En iyi cevap, yanımda taşıdığım, "aah yalnız başına oralarda ne yapacaksın" sorularına açık yüreklilikle "yalnız değilim ki" tepkisini verdirten dostlarımda gizli.
Oğuz Atay, Sabahattin Ali, George Orwell, Hermann Hesse, Kazuo Ishiguro, Hanif Kureishi. ve tabi, gerçekliğin o katı "bagaj kuralı"na takılıp arkada bıraktıklarım, dostlarım. Hangi "kapana kısılma" anlamlı Yusuf Atılgansız, Dostoyevskisiz, Tezer Özlü olmadan?
En yakınım, Oğuzcuğum Atay, Korkuyu Beklerken'i şu naif cümleyle bitiriyor.
"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"
Geliyoruz, gelmekteyiz, hep bir gelmek halindeyiz, Selimle Turgutla Hikmetle, saatler tam on ikiyi çaldığında.
Ama sen, sen hiç gitmedin ki gelesin; hep buradaydın; bir gözyaşı tanesinde, aşkın imlasızlığında, "sevmiyorsevseydi"lerde, tehlikeli oyunlarda, korkuyu beklemelerde.
Biz ise mütemadiyen gelmelerde; ama bir türlü, ulaşamamakta, yetinememekte.
Saturday, March 3, 2012
18.02 03.03.2012
Browning Motion'la Killers'ın For Reasons Unknown'unu kafamda birleştirdim, ortaya dahiyane bir süreç çıktı.
But my t, it don't change, it don't change the way it used to
And my motion is continuous no more
and my residual in Taylor's is not negligible at all
For reasons unknown.
Eat that, Ito?
But my t, it don't change, it don't change the way it used to
And my motion is continuous no more
and my residual in Taylor's is not negligible at all
For reasons unknown.
Eat that, Ito?
Tuesday, February 7, 2012
06.44 08.02.2012
Şu konuşma halihazırda doktora yapan bir arkadaşla ilgili:
D: do you have any idea what his research is going to be about?
I: how to get girls on facebook
D: hahaaha
at least, he is likely to have good data for further research in that field
Çok acayip kafalar yaşıyoruz anlamak mümkün değil.
D: do you have any idea what his research is going to be about?
I: how to get girls on facebook
D: hahaaha
at least, he is likely to have good data for further research in that field
Çok acayip kafalar yaşıyoruz anlamak mümkün değil.
Saturday, January 7, 2012
16.09 07.01.12
Babaerkil toplumlarda erk sahipleriyle çatışılmadan gelişilmemesinin bir kadim örneği olarak ben de babamla kavgalar ettim, kapılar çarptım evet.
Yine de salya sümük ağlayıp bir yandan da bağırarak meram anlatmanın eşiğinde kendimi odama kapadığımda, o kapının arkasında babamın olduğunu biliyordum hep. Bazı konularda anlaşamıyorduk, anlatamıyorduk kendimizi, anlayamıyorduk birbirimizi ama babam oradaydı, ve başıma ne gelirse gelsin ilk gideceğim insan olacaktı. Sanırım en umutsuz vakalarda, en bubabakızilişkisinibizhalledemiyoruz farkındalığında bile biliyordum bunu.
Sevgisi başımı döndürmüştü belki de; bu umarsız kayıtsız tavrım ondandı.
Çok sevdiğim için de, böyle küstah davranma hakkını görüyordum kendimde.
Tanrıyla da böyleyiz biz. İsyanın dibine vurduğum, hayatın kapısını çarpıp kendi içime büzüldüğüm zamanlarda bile biliyorum ki, oralarda bir yerlerde Tanrı var; ve beni seviyor. Ben de, bütün o tabiri caizse "incredible threat"lerime rağmen, ben de onu çok seviyorum. Öfkeme yenilerek söylediğim her şey cam bir göz gibi kırılıp çizilip tuzla buz oluyor, yine ona sığınıyorum hep.
Her kuru lafa, her tökezlemeye, her "bilinmeyene" çıkan yolculuğumun arkasından binlerce hatadan devşirilen deneyimlerimle döndüğüm kürkçü dükkanına rağmen babamın kapısı bana hala açık, kucağı hala sımsıcacık.
Tanrının da öyle olmalı.
Öyle, biliyorum.
Yine de salya sümük ağlayıp bir yandan da bağırarak meram anlatmanın eşiğinde kendimi odama kapadığımda, o kapının arkasında babamın olduğunu biliyordum hep. Bazı konularda anlaşamıyorduk, anlatamıyorduk kendimizi, anlayamıyorduk birbirimizi ama babam oradaydı, ve başıma ne gelirse gelsin ilk gideceğim insan olacaktı. Sanırım en umutsuz vakalarda, en bubabakızilişkisinibizhalledemiyoruz farkındalığında bile biliyordum bunu.
Sevgisi başımı döndürmüştü belki de; bu umarsız kayıtsız tavrım ondandı.
Çok sevdiğim için de, böyle küstah davranma hakkını görüyordum kendimde.
Tanrıyla da böyleyiz biz. İsyanın dibine vurduğum, hayatın kapısını çarpıp kendi içime büzüldüğüm zamanlarda bile biliyorum ki, oralarda bir yerlerde Tanrı var; ve beni seviyor. Ben de, bütün o tabiri caizse "incredible threat"lerime rağmen, ben de onu çok seviyorum. Öfkeme yenilerek söylediğim her şey cam bir göz gibi kırılıp çizilip tuzla buz oluyor, yine ona sığınıyorum hep.
Her kuru lafa, her tökezlemeye, her "bilinmeyene" çıkan yolculuğumun arkasından binlerce hatadan devşirilen deneyimlerimle döndüğüm kürkçü dükkanına rağmen babamın kapısı bana hala açık, kucağı hala sımsıcacık.
Tanrının da öyle olmalı.
Öyle, biliyorum.
Subscribe to:
Posts (Atom)