Monday, January 18, 2010

Davaalanı

Atatürk Havalimanı'nın Starbucks'ı New York Wall Street'in İstanbul köşesi gibi. Hani Sudafed'in yanında verilen tükenmez kalem eşantiyonu modunda.
İşlevleri farklıdır Sudafedle kaleminin, zira hasta olmuş, öksür öksür bir insana tükenmez kalem uzatmanın pek de akıl kârı olmadığına dair oluşan bir sosyal mantalite var hayatımızda ama o tükenmez kalemin üzerinde Sudafed yazar ve sen bilirsin aynı mecradan olduklarını ya, hah işte Starbucks da o.
Bi Wall Street'te dönen oyunun, hilenin, desisenin, borsanın, hissenin, Millin, Friedmanın haddi hesabı Yeşilköy boyutlarında bile ölçülemez; ama işte şu karşımda dopdolu ajandasını açmış plan yapan kadın, yan tarafımdaki sarı saçlı topuk topukluların "buradan çıkınca o çok audit, o çok finans, o çok mali işlerimize döneceğiz" minvalli beyaztürk konuşmaları adeta bizim tükenmezin üzerine bangır bangır Wall Street yazdırıyor.

Ki hani ben bile, önümde kırış buruş Uykusuzum, şu düşünceleri yazdığım Unileverden çoruş bloknotumla aslında bu yapbozun parçası olduğumun farkındayım.
TAVla görüşmecilik, asla girmeyeceğim-kendimi bu mercilere harcatmayacağım ideolojimi yerle bir ettiğim MEC-MBS-artık hangisiyse-işleri, hiyerarşi, diplomasi, benden bile büyük ve boş egolar, yalan dolan, sinsi gülüşler, arkadan konuşmalar, hadsiz hesapsız çıkarlar, kart bastırıp vermeler, kurumsal iletişim, pazarlama, iktisatın çok sıkıcı olduğunu düşünmeler.

Bu ben miyim? Olmadığımı, olmayacağımı düşünüyordum; ama bukalemun formatında adapte olduğumu sadece Didem değil, benim içimdeki Doğrucu Davudi de anladı.
Anlamadı aslında, zaten biliyormuş da, söylememiş onca yıl.
Veya da ben öylesine gürültülü bir şekilde Arctic Monkeys dinliyorum ki onun o davudi sesini bastırdı.
Alex bu, bastırır.

No comments:

Post a Comment