Thursday, June 24, 2010

Perşembe: Bence Sen de Artık Her Gün Gibisin


Belli başlı konulardaki heyecanlı lafazanlığımı ünlü Çin düşünürü Konfüçyüs'ün "Söz Uçar Yazı Kalır" mottosunu günümüz "teknolojik gelişmelerden uzak mı kalalım hahayt" Firdevs Yöreoğlu-culuğu ve hatta CS-fahri-üyeliği ile harmanlayarak bastırmaya çalıştığım şu alçakgönüllü platform, son zamanlarda 1945'in arka bahçesine dönüşmüş (Ekşi'yi takip edenler ne demek istediğimi az çok kestirebilir).

Bu durum belli kesimlerce, ve hatta alter egom tarafından kınanabilir; fakat unutulmasın ki ben ilkgençlik çağlarını Yeşilçam filmleriyle beslemiş; hatta eksik kalan filmografiyi de N ve E'nin yardımıyla doldurmuş bir Türk genciyim. Üstüne üstlük geçen yıl future prospect'ime bile
"aw holy effs, my tv show has just finished airing, gotsta rap" cümlesini hunharca ve aynen bu aksanla söyleyip (also known as Queens ghetto mixed with East London indie scene with a mild Turkish background) odama kaçmış, üç bardak Becherovka eşliğinde Bihter ve Behlül'e söylenmiş de bir ölümlüyüm.
(Olayla ilgili detaylar:
1.Hayır, bu kesinlikle, içtiğimiz biraların hesabını ona patlatmak için değildi.
2.Evet, bundan sonra beni aramadı

3.Evet, uyuz oda arkadaşım kendisi sabahın 4ünde Çince konuşmuyormuşçasına benim mütevazı ve toplumbilimci yorumlarıma hayıflandı yüzü bile kızarmadan.
4.Hayır, pişman değilim)

Burada "beni kabul eden aşk-ı memnuyla etsin"ci bir ültimatom yok; sadece buyum ben işte, Kıvanç Tatlıtuğ saçını kestirdiğinden beri (Behlül Haznedar: "Çok sıkıldım ve kestim" I'nın iç sesi: "ohşşş yes fak şit gaddemit").
Disconnectus Erectus'tan mütevellit şu aralar üzerinde epey kafa yorduğum bir konu, insanın mutlu olduğu şeyi yapması; o yüzden ne "insanlar ne düşünür"cü, diğerleri üzerinden kendini tanımlayan bir çizgide ilerlemek istiyorum, ne de kendimi "ben izlemiyorum ya, ne işim olur"cu riyakarlığa göz kırparken bulmak niyetim.
(ve Yılın Sosyal Mesaj Kaygısı Ödülü'nü I'ya vermek üzere Levent Kırca ve Mahallenin Muhtarları dizisinin senaristlerini sahneye davet ediyoruz) (ki o senaristlerin Aşk-ı Memnu senaristleri olmasıdır kişisel gelişim konferanslarında örnek olarak sertifikalara yazılması gereken)

Özellikle de son bölümün vuku bulduğu ve durumun vahametinin

1.Twitter Worldwide Trending Topic’lerde Aşk-ı Memnu’nun birinci sırayı almasıyla –ki süreç ilerlerken Birleşik Krallık’ın Meat Flavoured Gum’la yetinerek Türk gerçeğine bir hayli uzak kalması da gözlerden kaçmadı

2.Ekşinin error vermesiyle

3.İnternet bağlantısının gitmesiyle (“yabancı güçler bir TT’de Aşk-ı Memnu’yu tutmayalım diye yaptırdı Kahrolsun Siyonizm Bagism Shagism Madism Drugism)

Anlaşıldığı bu perşembeyi cumaya bağlayan gecede, benim de bu yasak aşk hakkında bir kaç kelamı zikretmeden once bir self-confession prologuna girişmem şaşırtıcı olmamalıydı, o yüzden "özet geç lan piç" diyenler için, işte yorumlar:


-Behlül, hani sen cemiyet adamıydın, bizi mi yedin bunca sene? Sevgili değiştirmede Paris Hilton'la tam rekabet (perfect competition) halinde bulunan adamın bekarlığa veda partisi böyle mi olur? Almış 4-5 tane Ankara Krev (Bir Tyke aksanı olarak Crew'ı Krev diye okumak) gönüllüsünü, ne bi polis görünümünde stripper, ne bi dekorasyon, organizasyon bi şey; o övüp bitiremediğiniz tekne yerinden bile oynamadı öyle sönük bi gece. Bülent desen soyadına yakışır bi şekilde silik ve yancı; arkadaşların zaten Ayvalık-Yazlık-Sitesi sakinleri gibi, ortaokulun bitmesiyle artık rafa kaldırılan içip-denize-girelim mottosundan kurtulamamış izansızlar. Bu mu senin "evlilikten önce son gecen?"


-Çetin Özder, yazıklar olsun sana. Sen ki Zenginliğe Giriş 101 dersinin bütün sectionlarına dur durak bilmeden girip, quiz ve ödevleri bile asistanlara bırakmadan kendin notlayan bir insan olarak gönlümüzü kazanmış; golfünden tut, şarap tatmacılığına, at biniciliğine, "dünyanın her yerini gezdim" seyyahlığına (Bir Ülke Belirteci olarak Avrupa) kadar envai çeşit hobiyi, biz spor denince aklına sadece futbol gelen, şarabı da 25 TLden fazlaysa "pahalıymış" deyip almayan güruha yepyeni bir dünyanın kapılarını açmıştın ki; senin de mega boy Behlül olduğun gerçeği yüzümüzde acı bir tokat gibi patladı.

Zorluğu, mücadeleyi görünce bir anda yan çizdin; cenazede Firdevs'i iki pışpışlayarak hem gönül alırım hem de dosta güven düşmana korku salarım sandın; yanıldın. Bunun en güzel karşılığını da sana Firdevs the mighty, felçli bile olsa, o bakışlarıyla verdi. Şimdi dünyanın neresine gidiyorsan çek git, ama unutma ki karaktersizsin, kaypaksın, aşkının yanında duramayanlar kulübünün Behlül'den sonraki fahri üyesisin.


-Pelin, sana yıllar yılı Ivan Sergei Dimitriç Topov muamelesi yaptığım için utanıyorum; o yancı görünümünün altında bir karakter analisti duruyormuş meğerse; Nihal'in Behlül sevdası (bkz: Bir Sevda Türü Olarak Abazanlıkla Karılmış Obsesyon) herkese taktırdığın maskelerin metaforunda mı yoksa? Gerçi "ayyh Sex and the City gibi olmasın tütütütü maşallah"ınla da modernleşmeye-çabalayan-ev-hanım-cılığını gösterdin; ama ben yine de içimdeki Ziyagil'e (bir ileriki uyarıya kadar saflık-derecesinde-Pollyannacılık deyiminin yerini Ziyagilciliğin alması) yediremeyerek kınamadım seni.


-Katya, helal olsun. Koskoca Bihter Yöreoğlu'nun (farkındaysan Yöreoğlu diyorum Bihtocan, diğer sünepe soyadı sana hiç yakışmıyordu zaten), Firdevs "the mighty queen"in bulamadığı şeyi sen buldun: kendisini seven ve bu sevginin arkasında duran bir erkek. Öyle zamanlar oldu ki, Fatma -bu saatten sonra, o Alperen Ocakçı kocanın himayesi altında Katya olarak kalacağını düşünmüyorsundur umarım- uğruna bir koşu Unkapanı'na gidip arabesk sektörüne yepyeni fakat muadillerinin satış rekorlarına ulaşamayacak bir kaset çıkarıp gelecek sandık. Bundan sonra senin için tek temennimiz, dini vecibelerini yerine getirmen, evinin kadını, çocuklarının anası olman.(Bkz. Dışarıda Hanımefendi, Mutfakta Aşçı, Yatakta ehem öhöm) Bihter-Firdevs-whatever-scheme-they-are-onto üçgeninden de tırnağın kırılmadan ayrıldığın için -yanağı hafif çizikle atlatmak, bir hafta ağır egzersiz yapmasın lütfen- (Bir Seks Yapmama Biçimi Olarak Ağır Egzersiz) sana ödülünü veriyor, Anadolu'daki köyüne arkandan su dökerek uğurluyoruz.


-Hilmi, yavrum, olan sana oldu. Sen ki o Ednan densizi etrafta hebe hebe diye emeklerken bu yasak aşkın denklemini üç saniyede çözen bir hesap makinası, bir usta matematikçisin. Sen ki, öz oğlunun göz göre göre bu izansız Adnan'ın köpeği olmasını izlemiş bir cefakar çile insanısın. Sen ki o yancı, o "dur boşandıktan sonra hemen Çetin'e gideyim ki available olduğumu sosyetenin en gözde, zengin, ve ölüme en yakın bekarı bilsin"ci karının dırdırını yıllarca çekmiş bir cevval Türk kocasısın. Sen ki o en sevmediğin Bihter'in bile cenazesine giderek olgunluğunu göstermiş bir insan evladısın. Ama elde ne var? Sıfır. Allah bilir, bir ademoğlu sana gelip de "valla hakkınız varmış Bay Önal, ne öngörü sahibiymişsiniz" bile dememiştir; ama üzülme Hilmiciğim, hayat sana güzel. Daha önünde ne imkanlar, neler neler, ağaçlar, her gün yeşermeler falan.


-Nihal, eğer günün birinde sana benzeyen bir kızım olursa o zaman Bihter gibi kalbime söz geçiremeyip intihar edeceğim. Bu yersiz egoistlik, bu "ayh bütün dünya benim, ben de Behlülün etrafında dönüyorum"cu kız-kurusu mantığı, bu kimse-beni-çekemiyor-gillerin en belirgin özellikleri, eline iki tane kitap almadan bütün gün evde kukumav kuşu gibi etrafa tüneyip "Behlül nerdesin ihihih" diye ağlamaklılık öylesine sinir bozucuydu ki, Bihterimu hayatına son vermeden bi tane de sana sıksaydı bütün bir Aşk-ı Memnu kitlesinin içinin yağları erirdi. (Bir Yağ Eritme Formülü Olarak Pilates'ten Sonra Nihal Ziyagil)

Oh oldu, o uğruna ölüp bayıldığın soyadını alamadın; o kimlerin kastıra kastıra gitmeye çabaladığı Amerika'da Behlülcüğünle master yapamadın; o senin üç nanogramlık beynini, bir erkeğin peşinde tüm varlığını silip süpürmeni çekemediklerini düşündüğün güruhun sözüne geldin ya; Bihter reisin trajik sonunun getireceği hüzün dalgaları, bu gerçekle birlikte üzerinde sörf yapma olasılığının azaldığı frekansta geldi.


-Firdevs, suçlusun bebişim. Bunun farkında olduğundan belki de o yüz felci. Yoksa sen, Firdevs "the mighty queen" Yöreoğlu; hayat felsefesiyle dağarcığımıza "manipülasyon" kelimesini kazandıran (Bir Linguistik Duruş Olarak Manipuology), tahlil konusunda Gregory House'la Princeton'da fink atabilecek tek kişisin; "ayh napayım kendi etti kendi buldu" der geçer gider; bi Warren Buffet, bi Donald Trump olsun, sana gerçekten yakışan insanlarla pre-nup imzalardın; o karaktersiz mega-Behlül Çetin Özder'le değil.

Ama suçlusun işte; sonun da Les Liasons Dangerouses'teki Marquise de Merteuil'den farklı olmamalı.

Sensin Bihter'i anlamakta son bölüme kadar güçlük çeken -"oysa o senin kızın"-, sensin Nihal'in içindeki o abazan potansiyeli, o hormonal iç çekişi bildiğin halde onun eline Behlül kozunu vererek Bihter'e rakip çıkaran.

Oysa senin üstün deneyimlerin ve klas yeteneklerin bilmeli ki işin içine bi third party person girdi mi daha ateşli, daha yakıcı oluyor ilişkiler (bkz. Miranda'nın Skipper'ı başka bir kızla gördüğü zamanki "have you been working out?" heyulası- ve evet Sex and the City referansımla da evimin kapılarını yancı Pelin'e sonuna kadar açıyorum)

Bıraksaydın o "çılgınsın men" Behlül'ü kendi haline; sıkılır gider, çareyi one night standlerinde bulur, manasız varlığına yeni bir gaye eklemeden amcasının eline baka baka can verirdi; Bihter de olayı ego yapmaz (Bir Aşk Sanrısı Olarak Ego Şişkinliği) bi süre sonra bu yaşadıklarına bir tarafıyla güler, Adnan kolpasından da ayrılıp, Fransız cemiyet hayatının haute frequence ile zikredilen isimlerinin, Yunan armatörlerinin soyadını alırdı.


-Beşir, Kenan Evren veya Alexa Chung ölse bu kadar sevinmezdim yeminle. Bir yıl boyunca o röntgenci, o "habervaktim.com'da yer açılmış, yarın gelsin başlasın"cı karakterinin öksürmelerini, tereddütlerini çektik. Bir kere adam olsan, o ölmemeye ayırdığın güç potansiyelini yaşamına, karakterine, prensiplerine uygulasan; ya gider baştan anlatırdın açık açık her şeyi, ya da susar çeker giderdin nereye gidiyorsan. Adeta Türk bağyanlarının diyet yapmaya karar vermeleri gibi, her Pazartesi sabahı ağzını açtın; öğle yemeğinde yerden bitme Cemilen "ayh Bişir gel bak sana en sevdiğin yemekten yaptım" diye seni müştemilata çağırında "bozuyorum nulen yeminimi" diyip, tabağın bitince yine Cemile'ye uzattın. Behlül master olanaklarını yabancı ülkelerde ararken, sen lisans üstü eğitimini Ziyagil Medresesi'nde dirayetsizlik ve basiret yoksunluğu üzerine verdiğin tezle bitirdin.

Nihal'e duyduğun o "saf aşk" da ancak İclal Aydın'ı hüzünlendirir, yoksa "benim hayatımın öhö öhö anlamı öhö öhö öhö Nihal'dir öhö"cü mantığın beynini belli bir verimle kullanabilen üç haneli iqya sahip insanlarda "hadi öl de işimize bakalım" cümlesinden fazlasını uyandırmadı. Doğan Media Center'da Tuna Kiremitçi'nin asistanı olarak işe başlayabilirdin; ama gel gör ki yaşadığın tereddütler ve bir türlü veremediğin kararlar senin ölümüne sebep oldu, çok da iyi oldu.


-Adnan, dirayetsizsin, güçsüzsün, suçlusun. Tek bildiğin mıymıy konuşmak, öğüt vermek, şiir okumak; başka da bir halta yaramazsın. Ait olduğun yer Fox Stüdyoları, Salı geceleri Kürşat Başar'ın yemek masasının tam yanındaki yancı koltuğu. Reytinglerin tam düştüğü yerlerde Bülent Binbaş modu çıkar iki tango figürü, bir de ağlak şiir okur, maaşını alır evine gelirsin; yoksa bu iradesizlikle mümkün değil holding yönetmek, hele de günümüz kriz ortamında.

Beşir'e gösterdiğin özenin yarısını bir günden bir güne ağzında zerre bakla ıslanmayan ve her Cumartesi ülkenin belli bir bölümünün event listinde yer kaplayan altın-günlerinin dedikoduculuğu ile baş davetlisi olmaya aday oğlun nelerden muzdarip oğlun Bülent'e ayırsaydın, en azından bir dölün kurtulur, hayata senin o zırvalamaların gibi daha umutlu bakabilirdi, yapamadın.

Behlül'e gösterdiğin toleransın -inkar etme, bir bölüm önce kendin itiraf ettin- yarısını kızın Nihal'e gösterseydin; o azman ergen de İstanbul gece hayatı, Uludağ'da Snowfestler, yaz tatilinde "arkadaşlarla Bodrum" gibi aktivitelerde fink atabilir; dünyanın Behlül'ün saçından değil, bir toz bulutundan meydana geldiğini öğrenebilir; yancı Pelin ve verem Beşir dışında arkadaşlar edinerek üç kuruşluk dünyasına yeni pencereler katıp resimlerini fütursuzca Facebook'ta paylaşırken alttaki "Nihalcim chok kusel chikmissn mucks" yorumlarına tebessüm edebilirdi. Hem böylece ne "sen benim oğlumdun" diye yalvarıp yakardığın meydanı bu kadar boş bularak atını dört nala koşturmazdı, ne de Nihal ergenliğini bu denli çetrefilli ve egosantrik bir şekilde atlatırdı.

Bihter'i de zerre anlamadın, anlamaya çalıştın; ama kısıtlı kapasitenle ancak bir yere kadar varabildin. Salonda tango yapmakla, seksten- ah pardon, making love- (Bir Turnusol Kağıdı olarak Having Sex vs Making Love) sonra sırtını dönmemekle, "dur karıcım narin poponu Japon Yeni'ne silme, tahriş eder, en iyisi İngiliz Sterlini bu konularda" beyanlarıyla ideal koca olacağını sandın, yanıldın. Daha önünde gelişen Behlül ataklarını görmekten bile acizken, nereden anlayıp çözecektin ki Bihter'in girift karakterini?

Boynuzlarınla, katatonik kızın, gerizekalı oğlun, sinsi matmazelinle kalakaldın.


-Matmazel, daha doğrusu artık Madam, bu sinsilikle, bu kıskançlıkla asıl Marquise de Merteuil sizmişsiniz; üstelik Fransızca aslından okuyup- sosyalistler Das Kapital'i, objektivistler de Atlas Shrugged'ı nasıl kutsal kitap benimsemişlerse, siz de Les Liasons Dangerouses'i abdest alıp üç rekat namaz kılarak hatmetmişsinizdir. Ne etliye ne sütlüye karışırım ama tüm dedikoduları da bilmekten, yer oldu mu da kendi çıkarım için kullanmaktan geri kalmam mantığınızı umarım -ki hiç sevmememe rağmen- Bülent ve Nihal'e aşılamamışsınızdır; çünkü bazı hareketler onları uygulayanların aptallığı dolayısıyla meşrulaştırılırken, bu sinsilik, o "ben hissediyorum ama Beşir biliyor" dediğiniz ihanet kadar vahim ve elem.

Zaten dadılık yetenekleriniz de bir hayli kısıtlı; Nihal garibesinin tek yapabileceği ve en azından koluna bir altın bilezik olarak takabileceği piyano eğitimi Behlül ve organı yüzünden yarıda kaldı. (Bir "Yapma Demiyorum ama Hobi Olarak Yap" Gereci Olarak Behlul's Dick) Onun dışında bu kız ne emeğin değerini bilir, ne oturup Mat2 için sabaha kadar test çözer, kesin o kitapçıda "aa Aşk-ı Memnu'nun kitabı çıkmış" diyen kızlar da Nihalle Pelindir.

Bülent deseniz ultra asosyal, o eve bi günden bi güne bi arkadaşı yatıya geldi mi, "olum hadi bi Pes atalım lan" sesleri yankılandı mı o her kapının arkasından başka bir hizmetçi çıkan köşkte? "Behlül geldiee" gözcülüğünden, "büyüyünce ben de Behlül gibi olcam" mantıksızlığından çeken Bülent'e bi günden bi güne "hah Behlül gibi ol, 4 yıllık dandik bölümü 8 yılda bitir, aşkına bile sahip çıkamayacak kadar kaypak ol, kaç yaşına gel hala asalak gibi amcanın eline bak, resimlerin de gazetelerin kendilerinde değil, ancak cumartesi eklerinde çıksın" diye ayar verdiniz mi? İşiniz gücünüz o ön koltuğa oturmak içindi, alın oturdunuz işte, kaynana derdi de yok "kim öne oturacak" gerilimi yaşansın.

Hayır bu iki sebi sübyan öylesine Behlül-odaklı yetişmişler ki insan ister istemez Matmazel'in Madamlığa geçiş aşamasındaki partnerini Behlül "the çılgınsın men" olarak planladığını düşünmekte; ama sinsi bu kadın, kesin ona da bi çözüm bulur.

Ve evet kesinlikle eklemem lazım:

(Celebrity Deathmatch: Madamoseille's Mole vs. Enrique Iglesias's Mole)


-Behlül, yine ben. Bundan sonra senin layığın Danimarka'nın Nobrain kentidir. Daha da lafım yok sana.


-Bihterciğim, the last but def'ly not the least'im, BFFim, uğruna facebook profilimi tekrar açıp siblings kısmına gururla Bihter Yöreoğlu (not Ziyagil) yazdırageldiğim, akrep-daş kadınım; değer mi Mc Yakışıklı formatında cirit atan kaypak Behlül için? "Sen kazandın" dediğin Nihal embesili mi senin (eğer bu bir yarışsa) rakibin?

Evet, seni zaman zaman işçi sınıfını ezen Ayşe Teyze tavrından dolayı sevmediğim oldu (bkz. Bir Erinç Yeldan ekonomi-birimi olarak Ayşe Teyze); ama şu an sana hak vermiyor değilim; o sinsi Matmazel'le oturup konken mi çevirecektin, o yerden bitme Cemile'yle Beşir'i mi gözetleyecektin, o röntgenci şantajcı Beşir'le Nihal muhabbeti yapıp birbirinizi kakara kikiri videoya mı çekecektiniz, o uğursuz Nesrin'le sabahları Ebru Şallı TAN (Kocanın soyadı büyük yazılır) eşliğinde pilates egzersizi mi yapacaktın- hepsine hakettikleri değeri aslında sen verdin o köşkte. (oh yes and don't we all love class conflict)

Ama Bihtoşum; senin de yanlışların oldu- diğerlerine oranla az da olsa- sırf annenden intikam almak, onun gibi olmayarak kendini tanımlamak uğruna girdin o uyuz Adnan'ın koynuna; o sümsük Bülent'e, o sevimsiz Nihal'e analık olmak mıydı senin harcın? O asosyal Adnan seni bir günden bir güne bi kokteyle, bi davete götürdü mü ki de dünyada Behlül "the çılgınsın men"den çok daha cazip öneriler olduğunu anlayabilesin, anca "şu koltukları kenara çekin de azıcık tango tepinek"li bir yaşamın adrenalini vardı karşında, doğaldı Nihal gibi Behlül'ü tek future prospect olarak görmen.

Biliyorum, dayandın, direndin, dünyanın gördüğü en defansif futbolla (5-5-0, Otto, Jose, yutun bunu) çıktın sahalara; ama karşıdaki adam dünya karmasını çıkardı önüne, en nihayetinde de gol yemen kaçınılmazdı. Ama egonun ve annenin kurbanı oldun be güzelim; bilebilmeliydin Nihal-Behlül münasebetinin uzun sürmeyeceğini, bilebilmeliydin aslında kalp kırıklığı sandığın şeyin egona yapılan atak sonucu duyulan öfke olduğunu, o sinirlenince tane tane konuşarak derdini anlattığını sanan köfte-dudak mıydı senin geleceğinin bekçisi, yapma allasen Bihter. Sen ki kaç kez her şeyi arkada bırakıp kaçma gücünü ve riskini alabilmiş bir superwoman'sın, o "beni? beni? Bihterini?" diye sayıklayarak uğruna can verdiğin denyo daha hayatında bir noktadan diğerine amcasının doldurduğu benzin deposu olmadan gidemeyen bir cibiliyetsiz. Göremedin mi muhatabını?

Nihal desen, anlamsızın önde gideni, onu mu kıskandın Behlül'ün çakma sevgisine sahip diye? Sen ki Amerikalarda okumuş bir güzel kızsın, karşındaki bi dandik ÖSSyi bile halledip rahatlamaktan aciz. Sen ki, sürdüğün bir kırmızı rujla Behlül'ün testosteronunda volume yükseltiyorsun; karşındaki Firdevs "the mighty" olmasa matmazel'in yolundan adım adım ilerlemekte. Sen ki bütün o her parkeden dedikodu yükselen köşkü çekip çeviren, müştemilata profesyonellik getiren bir hanımağasın, karşındaki kardeşine bile söz geçiremeyecek denli pasif.

Onları atacağın poşete bile yazıkken (Bir Deyim-olog Olarak Serdar Ortaç); kendine kıydın ya, suçlusun Bihtoş, suçlular, hepimiz suçluyuz.

Perşembeler boş, Bihter, perşembeler sessiz artık. Ve evet, Robert Smith kehaneti tutar, zaten şu dünyada ne varsa the Cure'da var.


Şaka, geyik, blog entrysi tandansı bir yana, Aşk-ı Memnu, the original one, gerçekten çok okunası bir roman: vasat oyunculuklarla bezeli, eksikliklerin pek fazla, karakter tahlillerinin gereğinden çok daha az bulunduğu bir senaryoya sahip bir diziyi bile şu noktaya getirmeyi başarabilen bir olay örgüsüne sahip.

Dönemin politik akımlarından tutun, çaresiz bir kadının karmaşık malihülyasına kadar geniş bir skalaya hakim bir yazarın becerikli ellerinden çıkmış. (Bir Kompozisyon Ödevi Taslağı Olarak Mavi Jojoba Taneciği) Sırf içerisinde bazı muhafazakar kesimlerce "zina" diye tanımlanan bir münasebet oluyor diye, yıllarca maarif sisteminden ayrı tutulmuş; Türkçe derslerinde "orman ne güzel ne güzel şiirinde şair ne anlatmak istemiş? ormanın güzel olduğunu. aferin 5." cümlelerine girmemiş bir "yasaklı"; oysa insan halet-i ruhiyesine önemli bir girizgaha sahipken, ve buna belki de en çok, kimsenin bizi anlamadığını düşündüğümüz çağlarda ihtiyacımız varken. Türk edebiyatında ortaya çıkarılan üç-dört "namuslu" romanın hep arkasında kalmış, alternatif muhabbetlerin Lynchli, Kafkalı, otomatik portakalın soyularak başuçlarına koyulduğu ortamlarda adı bile anılmamış.

O yüzden hani, kitapçıda görüldüğünde, sonrasında rafa konulacak bile olsa, bir iki sayfasının karılmasında yarar var, yani, bence.

Yoksa başka türlü, artık, Perşembeler geçmek bilmez.


ps: Bu uzun girdiyi benimle yazan fB, yorumlarıyla ortamı şenlendiren, blogumu benden çok düşünen mB ve buraya kadar baymadan sıkılmadan okuyabilenlere kocaman teşekkürler, öpücükler ve yup, not necessarily on the cheek. Pazartesi'den itibaren de Ankara.





Wednesday, June 23, 2010

Bunların Hepsi Olric'ten Önce Oldu

Ben Oğuz Atay okuyorum (Tutunamayanlar, 44.Baskı, İletişim Yayınları, 2009), U tetris oynuyor (www.freetetris.org, level 7), B de "valla kız olsam future prospect adına Cüneyt Bey'i bi değerlendirirdim" dedi şu an. (Disconnectus Erectus'u önceden okumuş zaten; tetrise de nasıl kabiliyetsiz nasıl kabiliyetsiz insan bi süre sonra dalga geçmek yerine yanaklarını sıkıyor artık bu Teriyaki Soslu Tavuk'un alasını pişirenin)
Eet Esra Erol'u izliyoruz; akşam da İngiltere'yi destekliyoruz; ben bilindik nedenlerden dolayı, bi de artık yeni gözdemiz Manics nedeniylen, (Pumpkins-Arctics-Manics:aka pluralization) U da nerede kapitalist iğrenç zalim sömürgeci toplum varsa yaman bir takipçisi. Dün Fransa elenince bir uludu evde; "olm bak burası Türkiye 99%u Müslüman buranın adam ol önce o eli indir bakayım"cı komşuları gelip bizi recmedecekler diye korkulardan korku beğendim (a.korkuyu bağırarak gösterme b.korkuyu titreyerek gösterme c.korkuyu bir yere büzüşerek gösterme d.hepsi e.hiçbiri)

Glastonbury başlamış, biz noodle yapıyoruz. (U iki gün önce dedi ki Nuhun Ankara spagettisini eğer verimli bir biçimde değerlendirirsek bi ShangHai bi Peking noodle'ından farkı olmazmış- ya yalanın önde gideni ya da biz makarnayı verimli değerlendiren öğrenci topluluğunun yüz karasıyız)

Yarın ise Aşk-ı Memnu vs. artık hangi sömürgeci toplumun maçı varsao.
Bi de B öyle gidiyo "ben Tehlikeli Oyunlar'ı da okudum, ödünç vereyim sana iyice tanı Oğuz Atay'ı" diyo, sonra gitarda Ocean Spray çalıyo (gerçi bakılınca Akdeniz Akşamları Reloaded tandanslı bi akor dizilimi var parçanın da hevesi kırılmasın bu sanatkar gencin) sonra da Esra Erol'dan cinsiyet-fark etmez kendine future prospect arıyo ya; adeta can yakıyo.

Tabi bu yarın Aşk-ı Memnu için hunhar bir savaşa girişmeyeceğim anlamına gelmez; gerilla taktiğiymiş, stratejiymiş, psikolojik savaşmış, "bi ülkenin bağımsız olması için önce ekonomisinin gelişmiş olması gerekir(*)"ci klişeymiş her türlü unsuru kullanıyorum Biyter'in öldüğünü Beylül'ün kaçtığını, en önemlisi de Niyal'in Galatasaray formasına döndüğü anı görmek için.

(*)Ya Çin uyuyan dev ya, asıl Uzakdoğu'ya önem vermek lazım.
O değil de, Hindistan çok garip bi ülke ya. Sen o kadar büyü et, telekomünikasyonda olsun bi computer sciences'ta olsun (A ve R'ye Vuslat Planı. Çok Yakında.) al başını git efeler gibi hey (Shezhen Akshoua) sonra bu genelgeçerlerde, bu "olum Çin'de herkes zıplasa dünyada deprem olurmuş"çu, "büyüyen dev Çin"ci muhabbetlerde bir kere bile adın zikredilmesin, bir allahın kulu bile "durun! Hindistan da var ya! Harcamayın onca insanı" (Hindistan'da onca Lüksemburg'da nece?) demiyor ya, bu mazlumluğun, bu ezilmişliğin boyutu öyle yoğun ki x vs India diye World Cup maçı olsa U gider kesin x takımını tutar (x de böyle Bhutan'dan Özbekistan'a geniş bir skalada dünyayı dolduran ülkelerden Hindistan dışında herhangi biri)

Bi de önceki gün mü ne bütün bu Türkiye'de süregelen olaylardan sonra Yiğit Karaahmet "kesin Sezen Aksu şimdi bi parça daha besteler" demiş ya, biz ona ölümüne güldük. Hayır öylesine güldük ki "ya bak biz muhafazakar milletiz- Avrupa'nın ahlaksızlığını aldık yoksa etik kelimesi öztürkçedeki ekgilik'ten gelmekte ref.to Manas Destanı, cilt 3, syf 12)"ci komşular gelip bizi recmedecekler diye korkudan korku beğendim (a. korkuyu gülerek gösterme, b.korkuyu ağlayarak gösterme c.korkuyu hızlı hızlı nefes alarak gösterme d.hepsi e.hiçbiri)
Sonra ben o çok politik çok sosyal kişiliğimle bi atarlandım ya, of halimize bak bi de geleceğin emanet edileceği sanılan tayfanın bi parçası olacağız sözde; böyle 3.5 üstü gpa'ler (except for U and B), master başvuruları (except for U and B), ekonomi politik üzerine yazılar makaleler (except for U and B) falan.
Cüneyt Bey bile beğenmez bizi, öyle paravanı açtırdığımızla kalırız bak.

Thursday, June 3, 2010

Benim Ekşi'de Yazarlığım Gelmiş, Çatmış, Atar Bile Yapmış

Oturduk maaile, -tamam maaile olmasa da hınzır bir arkadaş ortamı- Aşk-ı Memnu izledik. Çogüldük çoeğlendik çokızdık; adeta bütün duygu buhranlarını ortak bir potada eriterek hissettiklerimizden yeni bir x'in ölümsüz eserinden dizisi çektik
(ps: o değil de Kalp Ağrısı'nın yayından kaldırılması? Neyin peşindesin ATV?)

Bi kere ortalama Ankara gençliği hemfikir: Ziyagillere gelin/damat gitmek istiyoruz. Erkek arkadaşlar için Nihal gayet uyumlu bir aday olarak görülmekte; "aldatıldığını hissetmeyecek kadar salak, aldatmayı finanse edebilecek kadar zengin" (buna da quotation kullanayım plagiarism olmasın). Bütün erkek popülasyonunun istediği bağyan tipi.
Biz kızlar da bi an Bülent mi diye düşündük. Özellikle rocksever gençler olarak Bülent'in son dönemdeki salon pogosunu ("o da ne salonmuş, her türlü dans etkinliğine açıldı; tangosu pogosu, gelecek yılki İKSV orada yapılsın bari") düşünerek kendisini takdir ettik; ama o toylukla da yaşanmaz be gülüm diyerek kendimizi Nihal'in erkek formatı olan Adnan'a yamayabiliriz.
Bi' arkadaş da Arsen hala dedi, kendisini yuhluyoruz. Yuh.

Şu da anlaşılmadı: Nihal kızım sen ne iş gördün de Behlül'e yat ortamında "uf şimdi bırak bu huzuru git birsürü işle uğraş" atarı verdin? Gören de asgari ücretle ev geçindirdin, borçlular kapıda, faturalar birikti sanacak.
ÖSS yalan oldu, tüm gün oturup camda Beylül bekliyosun. "Esra Erol'da koltuk boşalmış, yarın gelsin başlasın demişler." (bunu da ben dedim ama olsun yine quotation olsun havalı gözüksün çılgınsın men) Bi oturup finale sabahlamışlığın var mı izansız?

Behlül de ne ekmek yedi be arkadaş, sen git ailenin tüm zevcelerini birer birer iğfal et, sonra bi de banka hesaplarından özel üniversiteler, ayda bir değiştirilen arabalar, yatlar katlar, master yapılacak üniversitenin kütüphanesine yüklü bir bağış (hadi olum yemedik öyle senin Fulbright bursuymuş, statement of purpose nasıl yazılırlı googlelamaymış bunlarla uğraşacağını).
Yok yalı alalım orada otururuz, yok aman vazgeçtik Amerika'ya gidelim (orası da Gümüşhane'ye bağlı köy sanki ha deyince gidebileceğin); ama yalı da kalsın gelince kalırız. Ya bi gidin arkadaşım Çetin Özder'i mi kıskandınız ne, biz de öyle hunharca zengin olabilir ve bunu alenen yaşamakta beis görmeyiz diye?
Biz Ziyagil Holding, Behlül'ün refahı için çalışıyoruz.

Nihat Önal, üçün beşin peşindeymişsin; güçlünün yanında olalımcılığınla bana çok sevdiğim bir karakter olan Ivan Sergei Dimitriç Topov'u hatırlatman hoş olmadı.
Bi de işimdeyim gücümdeyim biriktirdiğim servetimdeyim insanı; gerek degustasyon gerek Tiger Woodsçuluk olsun her türlü zengin hobisinin baş kahramanı Çetin Özder de bu familya dramasına ha girdi ha girecek kendini bi çıkmazın içinde bulacak derken Firdevs yine yaptı yapacağını. Yalanlar dolanlar, oyunlar entrikalar derken "kan kusarım kızılcık şerbeti içtim derim" mottolu cefakar Türk kadını dalında ödülünü almak üzere Firdevs Yöreoğlu'nu sahneye davet ediyoruz.

Erkeklerle Aşk-ı Memnu izlemenin zararları madde 1: "woaah geyşa fantazisi laan" diye olay yapıldı. oysa biz bağyanlar olarak durumu hafif bir kıkırdama ile geçiştirecek, kendimizi dramanın asıl örgüsüne adayacaktık; olmadı.
madde 2: Beren Saat'in bacaklarına inceden dokundurmalar. anlamıyoruz sanıldı, ama anladık.

Katja da "ccc Türk Erkeğinin Gücü ccc" başlığına entry yazası; o kocası ne sahiplendi; alt tarafı formaliteden imza attınız attendance kağıdına yoklama yazar gibi, adam aldı torbaları çıktı geldi; yok helalimsin maralımsın, yok alından öpüp arabesk pozlar vermeler. kadirizm seninle yeniden tanımlandı aslında-adnanın-ajanı-olan-ama-hilmi-önalın-yanında-çalışan-şoför.

Beşir de bi gitsin, yok "evime götürün" beyanları (not: orası senin evin değil Beşir, orası Ziyagillerin evi ve sen bi beslemeden fazlası değilsin, bunun bilincine var. bak Cemile'yi, Şayeste Hanımları bi kalemde nasıl sildiler, senin tron tron öksürüklerine mi tav olacaklar); yok bahçeye şezlong açın da sunbath yapsın Beşir, yok bugün daha az öksürüyosun o zaman akşama parti verelim, bilmemne.
Bak çocuk, senin orada o payeyi almanın tek nedeni, ki söylemekten, yazmaktan bile hicap duyuyorum: habervaktim.com'dan farkın olmayarak bir cinsel birleşmeyi videoya alman.
("ulan rar dosyasını şifrelemeyi biliyon da videoyu mu silemedin g.t!" diye tepki geliyor an itibariyle). Şu an tehditle, hileyle, desiseyle oradasın; yoksa sana da Emirgan yolları gözükmüştü, beslemeliğine Matmazel'in evinde devam etmiştin. Öyle ortalarda atarlanacağına, otur oturduğun yerde ses çıkarma.

Ki hani tamam biz de aile çocukları olarak, zinayı suç addetmiş bir adaletin beşiği olarak kınadık Behlül ve Bihter'i; icabında bazı sahnelerde gözlerimizi kapadık ki ahlakımız bozulmasın (neyse allahtan yastık varmış); ama videolu şantaja da alkış tutamazdık; öyle muhteşiz iş ahlaka etiğe geldiğinde. Bi de sakın bana "ama Beşir o videoyu kimseye göstermedi ki" argümanı verilmesin, o anahtar folloş oldu bi Cemile'de, bi Matmazel'de, sonra Behlül falan. Yarın habervaktim.com'da "Skandal" başlığı altında verilse video kimse yadırgamayacak, öyle ortalık malı o cd.

Aşk-ı Memnu'dan öğrenmek istediklerim:
-Çetin Özder ne iş yapıyor? Özellikle son dönemde küçük insan parasını nereye yatırmalı? Öyle Barcelona-toplantı-hıkmık geyiği tutmaz; adam akıllı bilgiler versin biz de Nihat gibi kapısında yatalım kendisinin. Bi de İspanya kendisini kurtarsın önce, bilmiyoruz ekonomilerini sanki.
-Nihat Önal ne iş yapıyor? Kendisini bildik bileli bir işadamının kollarından diğerine en übermensch yancı gibi atıldı. Bununla mı çıkacak çoluğun çombalağın harcı? İki tane ne yaptıkları belirsiz adamın ağzına bakarak mı yaşayacak Peyker? Biraz insan ol Nihat, azıcık adam ol, biraz dik dur be. Alnının teriyle, bileğinin gücüyle kazan bi kere de maaşını.
-Arsen Ziyagil ne iş yapıyor? (o değil de Ziyagil yazınca bi garipsedim, sanki kadının soyadı hala) Zaten yazık, garibana zorlama iki-üç replik veriyorlar her bölümde alınmasın diye=(. O da mütemadiyen Hilmi Önal'la ilgili. Teyzeciğim sizin işiniz gücünüz yok mu? Bu Adnan kesin Euro'ya yatırım yapmıştır önceden, onun enkazıyla ilgilensenize. Cari açık aldı başını gidiyor, reel sektör üzüm üzüm üzülüyor; siz hala yat alalım, Hilmi Önal sucks! Bu ne biçim iş kadınlığı.
-Behlül Haznedar ne okuyor? Ben hayatımda böyle bohem öğrencilik yaşamı görmedim, ki özel okulda okuyorum yani; en tınmaz takmaz dediğim adamlar bile sınav öncesi harıl harıl özel ders alalım, not bulalım, kalırsam babam bu sefer s.çacak ağzıma modunda gezinirlerken Behlül bir akademik yılda üç sevgili eskitti. Transkriptten haber ver sen bebeğim, cgpa kaç?

Madamoseille de la Courton, vous ne serez jamais en mesure de comprendre ce qui continue votre niveau iq de trois et un caractère de naïveté. Anladınız onu, öptüm sçs kthxbye.

Şimdi biz de böyle çok alternatifiz çok enteliz diye buluştuğumuz ortamlarda (kadehten şarap bile içtik öyle diyeyim) oturduk bir Aşk-ı Memnu geyiği çevirdik ki Sting nası hala o arabadan inmeyip Kastamonu il sınırına dayandıysa o geyik de momentumuna halen devam etmekte.
Neyse amanh, jürisi olanlar utansın.

Wednesday, June 2, 2010

Meyve Suyu

Çok da yalnız kalmayacağımı düşündüğüm- kısmen de umduğum- bir deneyimin ilk gününde kendimi alışılagelen trance kokulu, biranın tat olarak suyu, paha olarak da şarabı andırdığı bir partinin en kenar kısmında etrafa bakarken bulduğumda, hayatımı o denli değiştiremeyeceğimi fark etmiştim.

İnsan, "comfort zone" adı verilen; doğduğu, büyüdüğü, ilklerini yaşadığı, çoğunu da salak bir gülümseme ile hatırladığı yerin sınırlarından ayrılmayagörsün; hemen radikal değişim planları yapıyor ajandasına, sonrasında o sayfayı tamamen yırtıp atacağını bile bile.

Bu yüzden gitmeden önce kendime verdiğim tüm sözleri tutamamanın utancı yoktu yüzümde, sadece gelen geçeni izliyordum; karanlıkta insanlar ne kadar net görülebilirse.

Sonra T. geldi.
Onun da çok alışkın olmadığı belliydi ki; benim kökenimden gelen klişeleşmiş mazeretlerim olabilirdi, onda bu daha bireysel bir tercih gibi duruyordu.
Sırf farklı olmak için değil de, hakkaten istemiyormuş, ait değilmiş gibi bir hava içindeydi; ki zaten olacaktı bütün bir yıl boyunca yapılan partilere katılsa bile, hiçbir zaman "şampanyaların su gibi aktığı, nice hiphop kliplerine ekmek çıkaran dans performanslarının gösterildiği" kesimde görülmeyecekti sureti.
Türk olsaydı eğer, şaka niyetine "Tutunamayanlar'ı okudun mu?" diye sorabilirdim bile, ki sadece ilk günümüzdü ve onu 2-3 saattir tanıyordum. Eğer isim-geldiği ülke-okuduğu bölüm-yaş gibi spesifik kimlik kartı girdileri bir insanı tanımaya yetecekse.
"Napıyosun" diye sordu, omuz silktim. Zaten görüntüm ne yaptığımı benim kısıtlı ingilizcem yerine çok daha detaylı bir şekilde anlatabilirdi.
O da yanıma yaslandı, benimle birlikte geleni geçeni izlemeye başladı.
Sonra bi an durup "meyve suyu içmeye gidelim mi?" diye sordu.

Ona evet dememin nedeni o an yapılacak daha iyi bir alternatifim olmadığından gibi gelmişti; ama şu an düşününce sanırım bana benzemeyeceklerini bildiğim bir dolu insanla dans etmek, bana benzemesini umduğum biriyle muhabbet edip meyve suyu içmekten daha saçma geldiğinden olsa gerek.
Partiden çıktık, o bi sigara yaktı ve bize meyve suyu içebileceğimiz bir yer buldu- sonradan, buraya sık sık geldiğini ve meyve suyu satan yerleri iyi bildiğini öğrenecek, bir çok meyve suyu ihtiyacımda da kendisine danışacaktım- oturduk, konuştuk.
Sonra onun odasına gittik, South Park izledik, ben Do Make Say Think! ve Cinematic Orchestra ile tanıştım; biraz daha meyve suyu içtik; gittiğim yerle ilgili ilk bilgilerimden biri güneşin orada nasıl doğduğu oldu.

Sonrasında bu kadar kesif ve sıklıkla yaşamasak da biz T ile hep meyve suyu içtik, bi şekilde birbirimizi kimlik kartı girdilerinden daha fazla tanımaya çalıştık.
Tanışılan onlarca insanın birbirlerinin birer ctrl+c, crtl+v ürünü olduğu yerlerde benim odama ve çok da değişmediğini düşündüğüm yaşantıma biraz daha geç gitmemi sağlayandır T.
22 yıl önce bugün doğmuş, ne de güzel olmuş.
Ve I. ara sıra onunla meyve suyu içmeyi özlüyormuş.

ps: artık okul da bittiğine ve süpsüp notlarımı hunharca teşhir edebilitem olduğuna göre, bi başka çok güzel insanla blogumu da yeniden tasarlayabilirim.
11 izleyicime duyurulur. (ki iki tanesi aynı kişi olsa da, çaktırma)