Çok da yalnız kalmayacağımı düşündüğüm- kısmen de umduğum- bir deneyimin ilk gününde kendimi alışılagelen trance kokulu, biranın tat olarak suyu, paha olarak da şarabı andırdığı bir partinin en kenar kısmında etrafa bakarken bulduğumda, hayatımı o denli değiştiremeyeceğimi fark etmiştim.
İnsan, "comfort zone" adı verilen; doğduğu, büyüdüğü, ilklerini yaşadığı, çoğunu da salak bir gülümseme ile hatırladığı yerin sınırlarından ayrılmayagörsün; hemen radikal değişim planları yapıyor ajandasına, sonrasında o sayfayı tamamen yırtıp atacağını bile bile.
Bu yüzden gitmeden önce kendime verdiğim tüm sözleri tutamamanın utancı yoktu yüzümde, sadece gelen geçeni izliyordum; karanlıkta insanlar ne kadar net görülebilirse.
Sonra T. geldi.
Onun da çok alışkın olmadığı belliydi ki; benim kökenimden gelen klişeleşmiş mazeretlerim olabilirdi, onda bu daha bireysel bir tercih gibi duruyordu.
Sırf farklı olmak için değil de, hakkaten istemiyormuş, ait değilmiş gibi bir hava içindeydi; ki zaten olacaktı bütün bir yıl boyunca yapılan partilere katılsa bile, hiçbir zaman "şampanyaların su gibi aktığı, nice hiphop kliplerine ekmek çıkaran dans performanslarının gösterildiği" kesimde görülmeyecekti sureti.
Türk olsaydı eğer, şaka niyetine "Tutunamayanlar'ı okudun mu?" diye sorabilirdim bile, ki sadece ilk günümüzdü ve onu 2-3 saattir tanıyordum. Eğer isim-geldiği ülke-okuduğu bölüm-yaş gibi spesifik kimlik kartı girdileri bir insanı tanımaya yetecekse.
"Napıyosun" diye sordu, omuz silktim. Zaten görüntüm ne yaptığımı benim kısıtlı ingilizcem yerine çok daha detaylı bir şekilde anlatabilirdi.
O da yanıma yaslandı, benimle birlikte geleni geçeni izlemeye başladı.
Sonra bi an durup "meyve suyu içmeye gidelim mi?" diye sordu.
Ona evet dememin nedeni o an yapılacak daha iyi bir alternatifim olmadığından gibi gelmişti; ama şu an düşününce sanırım bana benzemeyeceklerini bildiğim bir dolu insanla dans etmek, bana benzemesini umduğum biriyle muhabbet edip meyve suyu içmekten daha saçma geldiğinden olsa gerek.
Partiden çıktık, o bi sigara yaktı ve bize meyve suyu içebileceğimiz bir yer buldu- sonradan, buraya sık sık geldiğini ve meyve suyu satan yerleri iyi bildiğini öğrenecek, bir çok meyve suyu ihtiyacımda da kendisine danışacaktım- oturduk, konuştuk.
Sonra onun odasına gittik, South Park izledik, ben Do Make Say Think! ve Cinematic Orchestra ile tanıştım; biraz daha meyve suyu içtik; gittiğim yerle ilgili ilk bilgilerimden biri güneşin orada nasıl doğduğu oldu.
Sonrasında bu kadar kesif ve sıklıkla yaşamasak da biz T ile hep meyve suyu içtik, bi şekilde birbirimizi kimlik kartı girdilerinden daha fazla tanımaya çalıştık.
Tanışılan onlarca insanın birbirlerinin birer ctrl+c, crtl+v ürünü olduğu yerlerde benim odama ve çok da değişmediğini düşündüğüm yaşantıma biraz daha geç gitmemi sağlayandır T.
22 yıl önce bugün doğmuş, ne de güzel olmuş.
Ve I. ara sıra onunla meyve suyu içmeyi özlüyormuş.
ps: artık okul da bittiğine ve süpsüp notlarımı hunharca teşhir edebilitem olduğuna göre, bi başka çok güzel insanla blogumu da yeniden tasarlayabilirim.
11 izleyicime duyurulur. (ki iki tanesi aynı kişi olsa da, çaktırma)
Wednesday, June 2, 2010
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment