Her yazardan minimal bir Şolohov olmasını bekleyen ve bu yüzden Ece Temelkuran'ın Muz Sesleri'ni öyle pek de artistik bulmayan anneme önerebildiğim nadir Turkish author Murathan Mungan kitabını muhtemelen boş bulduğum her saniyede açıp okuduğum yerlerden birinde kaybetmenin hüznünü iliklerime kadar yaşayıp, hayat çizgimi uzun bir süre bu dramatizasyon çemberine çap yapabilirdim; ama yaşadıklarımdan öğrendiğim nadide mottolardan biri de şu "eğer durum vahimse, listede senden önce gelene odaklan"
Mesela bir bayan var, ismi lüzumsuz, Türk aile yapısının artık Muhafazakarlık Kulübü haftalık toplantılarını Aşk-ı Memnu dizisi yüzünden aksatmasından feci derecede rahatsızmış. Gruba yazacak olmuş bi kaç kere, herkes bahane uydurmuş, "sınavım var gelemem", "annemlerle atıştık eve geç gitmesem iyi olur" demişler; ama tabi muhafazakar aile yapısının en önemli karakteristik özelliği olan klişe yalanları en kısa sürede tanıma, tanıtma yasasından mütevellit bizim bayan yutmamış bunları.
12.30a çekmiş toplantıları ama bu sefer de "yemek yiyemiyoruz," "hoca lab koydu" "öğleye gittim gelicem" postları gelince iyice hüzünlere gark olmuş, "napcaz netcez" diyormuş kendisi arkadaş ortamlarında"bihterle behlülün o akışkan, o doğal, o nice üzgün kaslıyı haset haset çatlatacak cinsel hayatı sizin hoşunuza gidiyor mu?"
erkekler öksüre öksüre başka taraflara bakmışlar, kızlar da "ya olur mu muhafazakar türk aile örf adet bikbikbikbik" demişler içten içte 67.bölüm sonunun nasıl bağlanacağını düşünerek; ama bayan yeterli görmemiş bu çay sohbetlerini -zira bira içmek de en nihayetinde, örflü adetli pek ataerkil aile yapımıza uymadığından, aile çay bahçelerinde buluşulup nüktedan nüktedan vakitler geçirmeye pek meyilliymiş bizim bayan- öyle çıkmış ortalara, konuşmuş etmiş, yakınmış üzülmüş.
İşte bu bayanı düşünmek, bir nebze de olsa, benim içimdeki o sıkıntıyı sünger gibi emmedi desem Carlo Collodi'nin eserlerinin ilham perisi olma olasılığıma dair bir argüman daha gelişir; zira bu galeyan haddi benim en dramatik kavgalarımda bile bulunmayan bir radikallikte.
Bihterle Behlülün -ki bu iki karakterin nüfus kütüğünde hala doğum yeri boşluğunda Halid Ziya imajinasyonu yazdığını düşünmemden dolayı bir sempatim var- aktif cinsel hayatlarını kendisine bu denli dert edinebilmiş, "muhafazakar aile yapımızın" korkmaz bekçisi, tapınak şovalyesi, Excalibur kılıcı Aileden Sorumlu Devlet Bakanımıza ne içimden gelen "rahat mı battı" sorusu, ne Noyan'ın dediği gibi "bu o tiple seks yapamıyodur zaten, başkalarınınki içini acıtıyodur" psikanalizi yapmaya gerek yok.
Konuyu Esra Erol'la İzdivaç'ta hunharca eleştirilmiş lezbiyen kızcağızla da bağdaştırıp "TÜRKİYE MALEZYA MI OLUYOR?" minvalli açıkoturum temasına getirmek de pek mantıksız.
O yüzden sanırım sadece susup, annemin beğenmediği kitapları bir de kendi beğeni süzgecimden geçirmeye çalışacağım.
Ama sabah zorla başına oturttuğum televizyonda 21 Grams'i izlemeye çalışıp, Sean Penn'in ilk sevgilisiyle ön seviştiği zaman "oh be adamakıllı izlenecek bi şey çıktı" deyip kendi kendine gülen babama buradan beni o kadının anahtarına sahip olduğunu düşündüğü odada büyütmediği, yakınından bile geçmeme izin vermediği için buram buram, efil efil, ve hatta ışıl ışıl sevgilerimi, saygılarımı sunmasam da olmaz.
Cansın baba. Öpüyorum seni, her ne kadar bu blogu bilmiyor olsan da.
Sunday, February 28, 2010
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment